Tastamam eksik!

20 Eylül 2013 Cuma

İSTANBUL'DAKİ SURİYELİLERİN KÜÇÜK BİR PORTRESİ: NEDEN GELDİM İSTANBUL’A?


Suriye’deki iç savaş nedeniyle Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin sayısı 500 bini aştı. Güneydoğu’dan kaçak olarak yurda giriş yapanların bir bölümü, çareyi kamplara sığınmakta, bir bölümü de bölge şehirlerinde başını sokacak bir yer ve iş bulmakta görüyor. İstanbul’a gelenlerin sayısı da gün be gün artıyor. Ancak yaşadıkları bölgeleri gezdiğimizde, parasızlık nedeniyle yaşadıkları sefalet de gözümüzden kaçmıyor. Parklarda yaşayanlar ise içlerinde en zor durumda olanlar.


FATİH VURAL

Fotoğraflar: ALİ ÇELİK


Suriye’de kanlı savaş, iki buçuk yılda, geride on binlerce ölü bıraktı. Birleşmiş Milletler, son 2 yılda Suriye’den 2 milyon insanın kaçtığını belirtiyor. Bunların bir milyonu son 6 ayda iltica edenler. Bu sayının yıl sonuna kadar 3 milyon 450 bine kadar ulaşacağı tahmin ediliyor.

Suriyeli mültecilerin en yoğun giriş yaptığı ülkelerden birisi de Türkiye. Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre savaşla birlikte Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin sayısı 500 bin civarında. Bu da mültecilerin dörtte birinin Türkiye’de olmasına anlamına geliyor. Ülkemize giriş yapan Suriyelilerin bir bölümü kamplarda yaşarken, bir bölümü de Güneydoğu’da giriş yaptıkları şehirlerde yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyor. Buradan İstanbul’a göç edenlerin sayısı da hiç az değil. Parası olmadığı için parklarda barınanlardan, otellere yerleşenlere kadar çok sayıda Suriyeliye rastlamak mümkün.

Suriyelilerin İstanbul’da yoğunlaştığı yaşadıkları bölgelerden birisi de Unkapanı’nda bulunan Küçükpazar Mahallesi. Dar sokaklar üzerinde yükselen 4-5 katlı binaların alt katlarında bakkal, kahvehane, fırın gibi dükkanlar var. Dükkân sahipleri genellikle o apartmanda daire sahibi. Buraları otel şeklinde işleten de var, günlük ya da aylık olarak kiraya veren de. Kimisi tek odalı, kimisi ise iki odalı. Evlerin birçoğu harabe gibi. Ülkelerinden yatak döşek göç eden birçok Suriyelinin, bu hizbe yerlerde oturacak divanları bile yok. Apartman önlerinde biriken, çıplak ayaklı küçük çocuklar da içler acısı hallerini anlamaya yetiyor. Evleri ziyaret etmek için izin almak istediğimiz ev sahipleri, medyaya tepkili: “Yaptıkları halde kiraya verdiğimiz mekânları o kadar kötü gösteriyorlar ki! Yalan haberlerden artık bıktık.”


                                                 Küçükpazar sokakları...


ESED KORKUSUNDAN FOTOĞRAF VERMİYORLAR

Dar sokaklardan geçerek, mahallenin meydanındaki kalabalığı fark ediyoruz. Burada, küçük bir kahveden Suriyeli mültecilere küçük torbalar halinde gıda yardımı yapılıyor. Kahvenin sahibi de yıllar önce Suriye’den göç etmiş bir Türk. Adını vermiyor; ama onları en iyi kendisinin anladığını söylüyor. Erzak torbalarının içinde bakliyat var. İtiş kakış bir anda genişliyor. İnsanlar yardım alabilmek için birbirini ezecek hale geldiğinde, arbede nedeniyle dükkânın kapıları kapatılıyor. Mahallenin yerlileri de bu tablo karşısında şaşkın. Yardımı Yeldeğirmeni Dayanışması adlı grubun yaptığını öğreniyoruz. Gezi Olayları’ndan sonra Kadıköy Yoğurtçu Parkı forumu bünyesinde gelişen bir mahalle forumu, bu. 

Yardım yapılan dükkânı karşıdan gören marketin önünde biriken Suriyeli gençlerin, liderleri saydıkları bir ağabeyleri var; ancak konuşmak istemiyor. Gençlerden, adını vermek istemeyen birisi çıkıyor öne. 7 ay önce Halep’ten, 15 aile göç etmişler. Kampa neden yerleşmediklerini “Kampa sevmediğimiz bir ortam var. Çalıştırıyorlar; ama maaş vermiyorlar.” diyerek açıklıyor. İstanbul’a hiçbir güvenceleri olmadan gelmişler. Geçimlerini tekstil işçiliği yaparak, işportacılıkla ya da su satarak sağlıyorlar. Günlük kazançları, 20-30 lira civarında. Bu, bir tanesinin kazancı. O kiraya, diğerlerinin kazandığı yemeğe gidiyor.


                   Savaş, onları hiç bilmedikleri bir yere taşıdı. Küçükpazar'a...


20 yaşlarındaki Hüsnü ise Halep’te araba alıp satıyormuş. “Orada evimiz, arabamız vardı. İşimiz iyiydi.” diyor. Yürüyerek Şanlıurfa Ceylanpınar’a kaçmışlar. Esed’i desteklediklerini söyleyen Hüsnü, “Araplar da Amerikalılar da hain.” diyor. Türkiye için de iyi şeyler düşünmüyor. Fotoğraf çekmek istiyoruz, kabul etmiyor. Korkuyor. Neden korktuğunu ise şöyle açıklıyor: “El Cezire haber yaptı, Suriyeli istihbaratçılar da gelip gelip buradakileri götürdüler. Mülteci gibi gelip, buradan alıp götürüyorlar. Aynı akıbeti yaşamak istemiyoruz.” Hüsnü’nün etrafını çevreleyen gençler ise konuşmaktan kaçınıyor. Sadece birisi, neden fotoğraf çektirmediklerini sorduğumuzda, “Esed ve adamları, Şebbiha, Türk medyasında çıkan her şeyi izliyor. Siz bizi fotoğraf olarak bastığınızda, bunu görürler. Suriye’ye döndüğümüzde de Türk medyasına konuştuğumuz için bizi mahvederler.” diyor.

SURİYELİLERLE MAHALLELİLER ARASINDA GERGİNLİK VAR

İlerlediğimiz sırada, mahalleye giren, yüklü bir Renault Toros araba dikkatimizi çekiyor. İçindekilerden birisi de 30 yaşındaki Yaser. Türkçeyi iyi konuşuyor. Suriye’de öğrenmiş. Halep’ten iki ay önce kaçmışlar. Gaziantep Karkamış’tan Türkiye’ye geçmişler. Orada evlerini, tarlalarını bırakıp ayrıldıklarını anlatıyor. Çiftçilik yapıyorlarmış. “Bugün geldik İstanbul’a. Daha önce Şanlıurfa’daydık. Adana’dan kiraladık arabayı. Yer yok, nereye yerleşeceğimizi bilmiyoruz. İstanbul’da çok iş var dedikleri için geldik. Burada ne iş olsa yaparım.” diyor. 30 kişi gelmişler. “Bu kadar küçük yerde sığınabilecek yer bulabilir misiniz?” diye sorduğumda, “Vallahi bilmiyoruz. Bulamazsak döneceğiz.” diyor.


                                       Mülteciler, hizbe yerlerde kalıyor.


Tam bir hafta sonra bir sabah vakti tekrar gidiyoruz Küçükpazar’a… Mirza’nın bakkal dükkânı, kahvaltılık alışverişe yapmaya gelen Suriyeli çocuklarla dolu. Manzara aynı. 3-4 yumurta, yanında tırnak pide. Öğünleri bu. Mirza, Küçükpazar’ın yıllardır göçmenlerin sığınak noktası olduğunu, Suriyelilerle birlikte değişen en önemli şeyin, sokaktaki çocuk sayısının artması olduğunu söylüyor. Yine de söylemeden geçemiyor. “Semt sakinleriyle Suriyeliler arasında bir gerilim başladı. Hatta dün gece (önceki Cuma gecesi) kavga çıktı.” Kavganın nedeni ise semtin, Suriyelilerin yaptığı gürültüden rahatsız olmaları. Semtte bulunan Karadeniz Otel’in resepsiyonuna bakan Aziz Bey’le konuştuğumuzda da Suriyelilerin yaşam tarzının çevreye rahatsızlık verdiğini söylüyor: “Bizim otelde, bir odada dört kişi kalıyorlar. Onları da bugün çıkarma niyetim var. Tartışıyorlar, huzursuzluk veriyorlar. Biz de huzursuz oluyoruz.” Günlüğü 30-35 lira arasında değişen odalarda, paralarının yettiği nispette kalıyorlar. Aziz Bey, en fazla 1 hafta kaldıklarını, birçoğunun İstanbul’da umduklarını bulamayıp Urfa’ya ya da Antep’e geri döndüğünü anlatıyor.

PARKTAKİLERİN HALİ, İÇLER ACISI

Küçükpazar’dan ayrıldıktan sonra, parklarda yaşayan Suriyelileri merak ettiğimiz için Bahçelievler Belediyesi’nin yanı başındaki bir parka gidiyoruz. Parka girer girmez, Suriyeli küçük çocuklar etrafımızı sarıyor. 4-5 aile, parkın sınırlarını da çizen, yüksek koruların altına tünemiş. Sebepsiz değil. Annesinden süt emen bebeğin bile olduğu görünce, korunaklı bir alan seçmek zorunda kaldıklarını anlıyoruz. Bir gece önce yağan yağmurdan korumaya yetmese bile… O bebeğin babası, 42 yaşındaki Hüseyin Abdu. 3 çocuğu daha var. İstanbul’a bir gün öncesinde gelmiş. Şam’dan kaçmışlar. Orada ayakkabı boyacılığı yapan Abdu, beş parasız halde ne yapacağını bilmiyor. “Kiraya gücüm yetmez. Hiç param yok. Dünkü yağmurda çoluk çocuk ıslandık. Başımızı koyacak bir eve ihtiyacımız var. Param olsa geri dönerim.” diyor. Kendilerini İstanbul’a getirip para almayan otobüs sahibini de hayırla anıyor.


                            Hüseyin Abdu ve ailesi, Bahçelievler Parkı'na sığındı.


39 yaşındaki Ahmet Hasan’ın durumu da Hüseyin Abdu’dan farksız. Suriye’nin Türkmenlerinden. 3 aile sığınmışlar, Bahçelievler’deki parka. Kendisinin, kardeşinin ve amcasının ailesi… 7 çocuğu, karısı ve ninesinin yükü, onun sırtında. O ise 10 yıldır kalp hastası. 4 gün Gaziantep’te kalıp İstanbul’a gelmişler. “Burada kalmayın. İstanbul’a gidin. Orada size çok yardımcı olurlar.’ dediler. Bizi getiren kişi para almadı. Abi-kardeş bize yardım ettiler.” diyor. Kampa yerleştirilmek istenseler de, sürekli itiş-kakış yaşanan bir yerde, hasta olduğu için kavga edecek gücünün olmadığını söylüyor. Halep’te çölde yaşıyorlarmış. Evleri yıkılmış, arabaları gitmiş. Geri dönecek mi? “Savaş bitsin, yürüyerek bile evimize dönmeye razıyız.” 


          Ahmet Hasan'ın göç eden ailesi, üç kuşak. Bir an önce savaş bitsin istiyorlar.


Parktaki en yaşlı kişi ise Ahmet Ali. Yaşını vermiyor; ama yüzünde savaşın, acının ve zamanın derin izleri var. Halep’ten bir hafta önce kaçak girmişler. Konuşmak için bizden para istiyor. Kaçamak sorularla, hikâyesinden paylaştıkları sadece; Kilis’ten Türkiye’ye girmeleri, İstanbul’daki tanıdıklarının, kendilerine “Burada her şey var.” diye umut vermesi; lakin umduklarını bulamamaları. Parasızlık aileyi geri dönüşe de zorlamış: “Çocuğum ve torunum iş bulabilmek için Nizip’e gittiler.”   



  






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder