Tastamam eksik!

22 Ocak 2012 Pazar

Lefter ve diğerleri... Temiz futbolun deniz fenerleri

                                                              Lefter Küçükandonyadis
Kirli ve karanlık sularında yüzdüğümüz futbolun deniz fenerleri de epey gerideki temiz sularda kaldı. Lefter'in gidişiyle, deniz fenerlerinden biri daha söndü. Korkulan odur ki, yakında etrafımız kapkaranlık olacak!
*****
Zaman dediğimiz mefhum, 'ölüm' dediğimizden bağımsız değil. İkisi bir araya gelince, kıyıdaki taşı denize çeken, onu alıp götüren ve kaybettiren bir hale bürünüyor. Futbolda 'Ordinaryüs' payesine erişerek, 76 yıllık hayatının sonunda o payeye ihanet etmeyen bir insan olarak öldü, Lefter Küçükandonyadis... Kıyıdaki taş gibi, ölümün denizine çekilerek... 22 yaşında transfer olduğu Fenerbahçe formasıyla 423 gol attı. Son nefesini vermeden bir sene evvel Alex'le bir araya geldiklerinde, heyecandan dolayı Fenerbahçe'nin maçlarını canlı izleyemediğini söylerken; gözlerinin o parıltısı, şimdilerde kirli denizlerde ışıyan bir deniz feneri gibiydi... Evet, biz futbolun o billur denizinden uzaklaşıp, kirli suların içinde yüzsek de, o deniz fenerinin yandığını görüyorduk... O temiz suları özlüyorduk.

4 yıl askerlik yapacak kadar yerli, evi taşlanacak kadar yabancı!


Lefter için söylenen bir cümle vardır hep: Bizden biri. Yaşı büyütüldüğü için 1943-1947 yılları arasında, 18 yaşında gittiği Diyarbakır'da 4 sene bir ay askerlik yapan Lefter, bizden biriydi... Ama 17 yaşındayken (1941) tanıştığı Varlık Vergisi nedeniyle, fakir oldukları için sürgünden kurtulsalar bile babası eziyetler çeken, akrabaları Türkiye'yi terk eden Lefter, bizden değildi! 6-7 Eylül Olayları'nda evi taşlanan Lefter de öyle... İsmet Paşa'nın "Lefter'i severim; ama Lefterler'i sevmem." diyerek Rumluğunu hedefe koyduğu; ancak Türkiye Milli Takımı'nın formasını 50 kere giyerek rekor kıracağı sırada, bu rekorun bir 'yabancıya' kırdırılmasının doğru olmadığını düşünenlerin Turgay Şeren'i 51 kere milli yapıp, kendisini Milli Takım'a çağırmayıp mahzun bıraktığı Lefter de...
Mersin İdman Yurdu'nun hocalığını yaptığı sırada, şehrin 'ileri gelen' ailelerinden birisinin çocuğunu ilk onbirde oynatmadığı için bıçaklanan Küçükandonyadis, o vakit bıraktığı teknik direktörlükte belki de en büyük başarısını elde etti, anlayana! 6-7 Eylül Olayları'nda taşlanan evini korumak için seferber olan Fenerbahçe taraftarına değil sadece, tüm 'futbol dilencisi' insanların yüreğine üfledi şu cümleleri: "Çok gençtim. Ciddi ciddi Beşiktaş'a gidiyordum. Korktum. Heybetinden çekindim. 'Baba Hakkı'nın olduğu yerde belki elim ayağım birbirine dolanır' dedim ve Beşiktaşlı olmaktan vazgeçtim."

Hakkı Yeten, efsane başkan olacak Süleyman Seba'yı alnından öpüyor.

Seyircinin Hakkı'nı herkesten çok gözeten baba


Lefter'in elini ayağını bağlamasından korktuğu Baba Hakkı, yani Hakkı Yeten için şöyle yazar, usta şair Cemal Süreya: "Beşiktaş'a ne kaldı ondan? Tek kişiden kalabilen en çok şey... Bugün, Fenerbahçe'yi zaman içinde var olmuş birçok oyuncuyu yan yana koyarak tanımlayabiliriz. Galatasaray'ı da. Beşiktaş'ı yalnız onu düşünerek de açıklayabiliriz. Bu bir olay. Mutlaka adı olmalı..." O olayın adı henüz konulamadı; ama efsane başkan Süleyman Seba'nın Baba Hakkı'nın elini öptüğü efsane fotoğraf için "Bu fotoğrafta bir Kartal var." der, iyi Beşiktaşlılar... İyi Beşiktaşlılığın değil, iyi futbolculuğun ve iyi insanlığın temsilidir zira, o. 17 yıl boyunca giydiği, 439 maçta 382 gol attığı Siyah-Beyazlı forma için, bir taraftarın ıslıklamasından sonra söylediği şu sözlere, her futbolcu soyunma odalarında baktığı aynaya bakar gibi bakmalı: "Bu formayı bana taraftar giydirdi, şimdi onlar isteyince de çıkarırım."
Futbolun bir hakkı vardır ve o verilmelidir, Baba Hakkı için. Şeref Stadı'nda oynanan bir Fenerbahçe maçında, Beşiktaş iki gol üstünken, rakibinin yakasına yapışıp, "Arkadaşlarına söyle, biraz maça asılsınlar. Bu maçın zevki böyle çıkmaz. O kadar insan güzel bir maç izlemeye gelmişler. Sizler dökülüyorsunuz. Bir an evvel kendinize çekidüzen verin." demesi de ondandır.

Babalığı da boşa değildir... 1946, bir Karagümrük maçı... Yarı voleyle Karagümrük'ün yırtık ağlarından giren gole, aut çalar hakem Necdet Gezen (Müjdat Gezen'in babası). Taraftarın gazabı, azaba döner hakem için. Baba Hakkı tribünleri susturmaya yeltenir. Dinlemezler... O kalın sesiyle "Çıkın dışarı! Susmayacaksanız boşaltın burayı!" der. Muhatapları, hazıroldadır. Yine de anlar, seyircinin maç sonunda hakeme düdük çalacağını! Maç sonunda Fahri Somer'e, "Necdet abiye söyle yanıma gelsin!" diyecek olur... 'Babasının' lisan-ı hâlini duyar seyirci... El ayak çekilir.

Hakkı Yeten, spor tarihinde süveterle maça çıkan yegâne futbolcu.

Zarafet abidesidir... Hasta çıktığı bir maçta, siyah-beyazın üzerine baklava dilimli bir süveter giyer. Hakeme süveterini göstererek, "Hocam biraz hastayım." dediğinde, karşısındakine kabulden başka seçenek bırakmaz. 1978 senesinde Güven Taner'e verdiği bir röportajda kullandığı şu ifadelerle, anlatır yalnızlığını: "Herkese hizmet ettim ben. Gerek saha içinde gerekse saha dışında! Ama kendim selvi gibi kaldım ortalıkta. Selviler dibine ışık salmaz! Selviler öyledir!" Deniz fenerleri de... Yalnız ve dibine ışık vermeyen...

                        Gündüz Kılıç, Metin Oktay'la birlikte...


"Bugün de senin yüzünden kaybedelim!"


17 Temmuz 1961... İstanbul'dan, Palermo Başkanı Casimiro Vizzini'ye yazılan bir mektup: "Eminim ki birkaç yıl sonra, memleket hasretine dayanamayıp vatanının sahalarına koşacak olan Metin'in arkasından siz de bana tıpkı benim gibi gözyaşlarınızla ıslatacağınız bir mektup yollayacak ve hislerimi o zaman daha iyi anlayacaksınız. Metin'imiz İtalya'da, Allah'tan sonra size emanet sinyor." İmza, Gündüz Kılıç. Sinyor Vizzini onun duygularını anladı mı, benzer bir mektup yolladı mı bilinmez... Lakin Metin Oktay'ı kendi evladı gibi tanıyan, onu Galatasaray'a kazandıran Baba Gündüz, Sicilya'nın başkentinde fazla yapamayacağını da biliyordur. O sezon biter bitmez döner Galatasaray'a, Taçsız Kral. Sadece mavi bir Chevrolet karşılığında Galatasaray'a 'evet' diyen bir futbolcunun, akıbeti başka n'olur ki?

O mektubun yazılmasından 9 ay önce... 1960'ın Cumhuriyet Bayramı... Galatasaray, Karagümrük'ün karşısına çıkmaya hazırlanırken, Metin Oktay uykuda... Gündüz Kılıç, eğiliyor yatağın ucuna ve usulca konuşuyor: "Biliyorum oynayacak durumda değilsin. Ama seyirci seni görmek istiyor Metin." Devamı şöyle geliyor: "Karagümrük'e karşı seni oynatmak istiyorum. Üzülme, verebileceğini ver. Sen bize çok maç kazandırdın. Bugün de senin yüzünden kaybedelim. Seni hasretle bekleyen seyirciye ne olur bu saygıyı gösterelim." O ifadeler içinde geçen, "Bugün de senin yüzünden kaybedelim." cümlesi, gönlümüze dikilmiş bir insanlık abidesidir! Kral Metin Oktay, antrenmansız çıktığı maçta iki gol atar ve takımın 3-0'lık zaferinde başrol oyuncusudur. Maç biter bitmez, öğürmelerle varabilir soyunma odasına... Gözlerinde yaş...

                          Kral Metin, yarım voleye çıkarken...

Küfrün önünde eğilen kralın dersi


Bu ne ilk ne de son gözyaşıdır, Metin Oktay'ın... Ama onun gözyaşları, sıcak su akıntısıdır, futbolun temiz sularında... Kapılan insanın kalbi ısınır. 1959 Haziran'ı... Galatasaray-Fenerbahçe ile oynar... Maç için Yugoslavya'dan bir hakem bile getirilmiştir. Bir pozisyonda, hava topuna Fenerbahçe kalecisi Özcan'la yükselir Metin... Özcan, kendisini hiç sebepsiz yere atınca, tribünlerdeki uğultu büyür. Sadece tribünlerin değil, Fenerbahçeli Avni'nin tekmesinin de hedefi olan Kral, misliyle mukabele eder. Yugoslav hakemin kırmızı kart gösterip oyundan attığı oyuncu, gözyaşları içinde çimleri terk ederken, rakip tribünler önünde durur... Kimse anlam veremez... Öne eğilip, Fenerbahçe taraftarını selamlayarak centilmenlik tacını da takar, o gün. Bu tören, alkışsız kalır mı? 7 dakika duran maçın ardından Yugoslav hakem, Metin'i tekrar oyuna alır. O maçın 37. dakikasında Fenerbahçe ağlarını yırtan efsane golü atar, Oktay. 1-0 galibiyetin mimarıdır, artık.

Lefter, Hakkı Yeten, Gündüz Kılıç, Metin Oktay ve diğerleri... Birçoğu artık aramızda değil. Uzak; ama ışığı bize ulaşacak kadar güçlü deniz fenerleri teker teker sönüyor. Onlar söndükçe, futbolun soğuk ve kirli sularındaki yalnızlığımız ve çaresizliğimiz biteviye bir hâl alıyor. Farkında olmadığımız bir ölüme alışıyoruz... Yaşarken ölmek, en kötüsü. Anlayamıyoruz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder