Tastamam eksik!

14 Aralık 2013 Cumartesi

MİM KEMAL ÖKE’NİN ‘ENGELLİ’ MARATONU!


35 yaşında Türkiye’nin en genç profesörü olan, akademide ve siyasette kendisini parlak bir gelecek bekleyen Mim Kemal Öke, 1991 yılında down sendromlu kızı Nazlı’nın doğumuyla sarsıldı, hayata küstü. Bir Cuma namazı vakti gördüğü hayalle, bütün bakışı değişti. Tüm kariyerini ve hayallerini eliyle iterek, hayatını Nazlı’nın üstüne kurdu. Şimdi sadece Nazlı’nın değil, engelli öğrencilerinin de umudu. Düşler Akademisi’nde verdiği ritim ve dans dersleriyle, hayattan kopan engelli öğrencileri geri getiriyor!





FOTOĞRAFLAR: ARİF YAMAN


Aynı adı-soyadı taşıdığı dedesi, Atatürk’ün doktoruydu. Yola çıktığında, dedesi gibi ‘büyük adam’ olmak istiyordu! 24 yaşına vardığında Birleşmiş Milletler’de danışman; 35’ine geldiğinde Boğaziçi Üniversitesi’nde, Türkiye’nin en genç profesörüydü. O zirveye çıkarken, sırf engel olmamak için, 4 yaşına giren oğlu Alihan’ın aort damarlarındaki rahatsızlığı bile sakladı, ailesi. Öğrendiğinde, evladını ameliyat ettirebilmek için en değer verdiği şeyi, kitaplarını satmak zorunda kaldı. Borçlandı… Acı da olsa, babalığının farkına varmıştı.

1991 yılında, kızı Nazlı doğduğunda yaşayacağı şok, ilkinden çok daha ağırdı. Dünya güzeli kızının down sendromlu doğduğunu öğrenince, onu annesine göstermemelerini bile istedi. Büyük travma başlıyordu... O güne kadar ağzına alkol koymayan 37 yaşındaki genç adamı, elinde viski şişeleriyle Nişantaşı’nın köşelerinden toplayacaklardı. Çocuğu bir yere terk edip gitmekten, yeni bir aile kurmaya kadar türlü şeyler geldi aklına. Nazlı’nın doktorları içinden “Camı açık bırakın, hallolur.” diyecek vicdansızlar çıksa bile yapamadı. Kendi deyimiyle Yaratıcı’sına bile darılmıştı! Ta ki, eşinin zoruyla gittiği Cuma namazına kadar…




                 Öke'nin öğrencileri arasında kızı Nazlı da var. Ona kalırsa da kendisi, Nazlı'nın öğrencisi!
  


İSTEMEDİĞİ KIZI, SIRAT KÖPRÜSÜNÜ GEÇİRDİ!


Küskünlüğünü gösterircesine cemaatinin en arkasına oturdu. O anda bir hayale daldı… Fırtınalı bir havada, o istemediği kızı, keskin bir bıçağın üzerinden geçmesi gereken babasına “Tut elimi baba, seni karşıya geçireceğim.” diyordu. Sırat köprüsünden, elini tuttuğu kızı sayesinde geçti! Namaz biter bitmez, koşarak eve gitti. Eve vardığında, ağlayarak Nazlı’ya sarılıyordu… Bu boşalma, yeni bir hayatın da başlangıcıydı. Kariyerini ve tüm hayallerini bir kenara koyup, kendini kızına adayacak yeni bir babanın…

Nazlı’nın tetkikleri için bir süre İngiltere’de kaldılar… Oradan ABD’ye geçtiler. Türkiye’de özel eğitimin esamisi bile okunmazken, eğitim programları ve fizyoterapi alanında büyük birikimle döndüler. Ama ellerindeki özel eğitim programını uygulayabilecek bir okul bile yoktu. Yılmadı, hatta bu konuda o kadar uzmanlaştı ki, Prof. Dr. Bülent Üstündağ adıyla (dedesinin adıydı) “47. Kromozom” adında kitap bile yazdı. Bir yandan da Nazlı’ya okumayı öğretebilmek için çabalıyorlardı. 3 buçuk yaşında, 65 fişi okutacak kadar ilerlediler. Nazlı ilkokula başladığında, hem okuyor hem yazıyordu. Ama ortaokula geldiğinde majör depresyona girerek içine kapandı. İlaçlar da ülser yapmaktan, halüsinasyonlar getirmekten başka işe yaramadı.

O günlerde Nazlı’yı özel bir eğitim kurumuna götürürken tanıştığı işadamı Yaşar Bey dikkatini çekti. Engelli bir çocuğu olmamasına rağmen, çocuklara haftada iki gün ritim dersi veren bu beyefendiye “Ya hocam! Bu güzel de, bunu bir de görselleştirsek. O dansı, birisi çıksa gösterse” dedi. Muhatabının “Kim yapacak?” sorusuna, “Ben yaparım” karşılığını verdi.

Ritim çalışmalarıyla ilgili internette deli gibi araştırmalar yapıyordu. Yetinmedi, Afrika dansları dersleri aldı. Ve bir gün, tüm cesaretini toplayarak engelli öğrencilerin karşısına dans ederek çıktı. Çocukların o kadar hoşuna gitti ki “Biz de istiyoruz” dediler. Artık dans öğretmeniydi… Ritim terapisi için ünlü müzisyenlerden dersler alarak, dans dersleriyle bu yönünü bitiştirdi. Öğrencilikten ve öğretmenlikten hiç vazgeçmedi… 2010 ve 2012 yılları arasında, bu alanda üst üste üç kitap yazdı. Yaklaşık üç yıldır da Ataşehir’deki evinin yakınında Düşler Akademisi’nde ritim ve dans terapisi dersleri veriyor. Salı ve cumartesi günleri, hiç aksatmadan ve bir kuruş dahi almadan… Haftada bir gün de İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde ‘Prof. Dr. Mim Kemal Öke’ oluyor!



                                           
                                                               Göbek atmadan olmaz!


‘ENGEL’LERİ ORTADAN KALDIRAN HOCA


Mim Kemal Hoca’nın Düşler Akademisi’nde 40 civarında öğrencisi var. Bunların bir bölümü ‘engelli’ öğrenciler, bir bölümü de ‘engelsiz’ veliler! Deneyimli olanları, ‘master’ unvanıyla baş köşede. ‘Assolistler’ desek yeri. Yanlarında ise henüz pişmekte olanlar ya da acemiler var. Geriye, ‘gönüllüler’ yani veliler kalıyor. Herkesin elinde bir darbuka var. Yerine göre de bendir…
Derse başladığı anda, kafamızdaki Mim Kemal Öke imgesi yıkıp bambaşka bir adam çıkıveriyor sahneye… Kuğu Gölü balesinde dans eder gibi, başlıyor ısınmaya. El-kol egzersizlerinden sonra, sıra bir öğrenciyi piste almaya geliyor. Toplu ısınma seansı! Down sendromlu öğrencisiyle dans ederken, adeta kendinden geçiyor. Dans sona erdikten sonra biraz ciddiyet… Ağzındaki düdükle talimatlar vererek, ritim çalışmasını başlatıyor: “Düm-tek-düm-tek… Şimdi Afrika ormanlarına gidiyoruz, düm-tek-tek-düm-teke-teke-teke…” O anda, elime aldığım darbukadaki acemiliğimi hissediyorum. Hızlı ritimlerde gezindikten sonra, havaya giren öğrencilerine “Şimdi Fatih amcanızı karşılıyoruz” dediği anda, hoparlörden Mehter Marşı yükseliyor. Mehterin zorlu ritminde, neredeyse hatasız öğrencileri. Bir saatlik dersin ardından tenefüs…



                         Mehmet Gökhan'ın en büyük destekçisi, annesi. Babasını 10 yıl önce kaybetmiş.


Tenefüste, en çok dikkatimi çeken öğrencinin, 34 yaşındaki Mehmet Gökhan’ın yanına gidiyorum. Annesine bakılırsa, 30 yaşına kadar Mehmet Gökhan hiçbir şey yapamadı. Yönlendirilemedi. Şimdiyse hiçbir şey eskisi gibi değil: “70 yaşındayım; ama şu son üç yıldaki kadar mutlu olmadım” Bir gözü hiç görmeyen, bir gözü de ameliyatla ancak yüzde 10 görebilir hale gelen Gökhan’ın doğuştan olmasa bile sonradan ortaya çıkan bir zeka kaybı var. 10 yıl evvel babasını kaybettikten sonra, girdiği bunalımla daha da geriye gitmiş. 6 yaşında konservatuvar sınavını kazanacak kadar yetenekli bu genç adamın içindeki cevheri, yıllar sonra Mim Kemal Öke bulup çıkarmış. Sadece org, bendir, darbuka ve melodikadaki ustalığıyla değil, sesiyle de iz bırakan Mehmet Gökhan şimdilerde Düşler Akademisi bünyesinde kurulan ‘Social Inclusion Band’ adlı grubun solisti. Kaş’ta, İzmir’de, İstanbul Babylon’da ve Cenevre’de sahne almışlar. Kendisi, “Müzik derslerinden sonra, öfke patlamalarım azaldı. Beynim rahatladı. Ruhsal olarak daha iyiyim, psikolojik olarak dengem yerine geldi. Çok mutluyum. Mim Kemal Hoca’ma çok şey borçluyum. Her derse girişimde ona sarılıyorum” diyor. Annesinin mutluluğunu ise “Son bir yıldır epilepsi nöbeti geçirmiyor” cümlesi perçinliyor.




                                              Çağatay için o, bir öğretmenden çok daha fazlası.



Down sendromlu, 23 yaşındaki Çağatay da, hocasının başköşeye oturttuğu öğrencilerinden. 2 senedir ders alan Çağatay, hocasının diğer kimliğine de odaklanmış: “Burada eğitim almış, ustalaşmış olduğumu hissediyorum. Mim Kemal Hoca’dan çok şey öğreniyorum. Ders dışında da çok şey öğretiyor. Ama ben en çok tarih profesörü olmasından etkileniyorum. Güldürüyor insanları. Esprili, komik. Onu çok seviyorum” Liseyi bitirip Açık Öğretim Fakültesi’ne devam eden Çağatay’ın annesinin en büyük arzusu ise lise mezunu engellilerin atamasının yapıldığı ve 5900 kişinin atandığı sınavın sonucunda, 6664. sırada olan oğluna da bir gün atanma sırasının gelmesi. 4 yıl engellilerle çalışan eski bir öğretmen olarak, engelli ailelerinin çocuklarının gelecek kaygısını ve kendilerinden sonra onları ardında bırakma korkusunu o kadar iyi biliyorum ki! Yüksek lisans tezime de giren, engelli anneleriyle yaptığım ve gözyaşları içinde yarıda kesilen görüşmelerimi hatırlıyorum... Neredeyse hepsi, "Benden sonra çocuğumun..." cümlesinden sonra kopuvermişti!




                                                                      Hey, sen!



KARİYER Mİ, O DA NE?


2. derse giriyoruz… Bu ders, sözlü kısma ayrılmış. Ellerdeki darbukalar iniyor ve şarkılar, türküler, ilahiler söyleniyor. Kâtibim, Sabahın Seher Vaktinde Ali’yi Gördüm, Pencereden Bir Taş Geldi (Mamoş) bunlardan bazıları. Mehmet Gökhan elindeki bendirle ritim tutarken, büyük bir ustalıkla grubun solistliğini yürütüyor. Aşka gelmeyene aşk olsun! Kendini tutamayan Mim Kemal Hoca da bir semazen gibi dönmeye başlıyor kalabalığın ortasında… Gözlerini kapatmış… O an sanki zaman duruyor…

Böyle bir ruhani havanın, ‘engelli’, ‘engelsiz’ herkesi etkileyeceği açık… Nitekim, geçtiğimiz hafta, kendisini ısıracak kadar ağır bir kız öğrenci, sınıfın ortasında bir anda semaya durmuş. O anda gözlerinin bu kadar rahatladığını ilk kez görmüş ailesi. O kız, şimdi Mim Kemal Hoca’nın derslerinin yeni semazeni.

Kendi içine kapanmış, Tuana isimli bir öğrencisinde de benzer bir durum yaşanmış. Hocasıyla göz kontağı dahi kuramayan öğrencisi için, ailesi “İsterseniz bir daha gelmeyelim” diyecek olmuşsa da, “Kararı o verecek” dediği hocasını bırakmamış Tuana. 6 ay sonra bir derste aniden ayağa kalkan küçük kız, gözlerini o güne değin hiç konuşmadığı hocası Mim Kemal Öke’ye dikerek, “Seninle dans etmek istiyorum.” demiş. Bu olayı anlatırken ağlamaklı Öke, “Evlilik dansımdan daha güzeldi” diye bitiriyor.

Ona göre bu işi yapmasının üç sırrı var. Birincisi, hâlâ öğrenci olması. İkincisi, kızının down sendromlu olması. Üçüncüsü de, hiçbir beklentisi olmaksızın, sadece öğrencilerini mutlu etmek isteyişi. Onun derslerinde, herkesin mutluluğu bir diğerini tetikliyor. Öğrencileri coştuğu anda, kendisi daha da çocuklaşıyor. Bu hali fizikselliğine de o denli yansımış ki… 90’lı yıllarda sunduğu bilgi yarışmalarından tanıdığım, göbekli, kel, bıyıklı ve gözlüklü Öke’den zerre eser yok! Çocuklar onu gençleştiriyor!

Bir yandan tasavvuf sohbetleri, bir yandan üniversite hocalığı, bir yandan engelli öğrencileri, bir yandan da Nazlı. Tahmin ettiğim gibi “Bazen çok yoruluyorum” dese de, geriye bakıp “Oh be! Bugün de bir-iki kişiyi mutlu ettim sanırım” dediği anda, huzurla kapatıyor gözlerini güne. Parlak bir kariyeri elinin tersiyle ittiğine pişman mı? Verdiği cevapla, gözümde daha da büyüyor: “Keşke daha önce olsaydı, diyorum. Vallahi billahi! O kadar sene neden siyaset ve uluslararası ilişkilerle uğraşmışım, diyorum. Geçen zamana yanıyorum!”




                                                                              

                                                                                                               
              

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                          
                                                                                          
     
                                                                                                                                                      
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder