Tastamam eksik!

18 Ekim 2013 Cuma

KURTLAR VADİSİ’NİN SENARİSTİ BAHADIR ÖZDENER: “27 MAYIS, BİR İNGİLİZ OPERASYONUDUR!”


Türkiye’de 11 yıldır devam eden ve adeta bir fenomene dönüşen Kurtlar Vadisi dizisinin senaryo ekibinden, bugünlerde Adnan Menderes’in hayatı üzerinden Demokrat Parti dönemini anlatan “Ben Onu Çok Sevdim” dizisi için de kalem sallıyor. 17 Şubat 1959’daki uçak kazasından yaralı kurtulan Adnan Menderes’in travmatik biçimde öldürüldüğünü savunan Özdener, “Travmatik ve trajik ölümlerde, insanın belleğindeki kirlilik hemen silinir. Tabii ki böyle bir ölümü, Menderes’e vermeyeceklerdi! Bunların edebine, alçakça öldürmek yakışırdı, öyle de yaptılar!” diyor. Özdener’e göre 27 Mayıs’ın arkasında da İngilizler var!




Adnan Menderes’i konu ettiğiniz “Ben Onu Çok Sevdim”, eski Türkiye’nin mi, yeni Türkiye’nin mi dizisi?
“Ben Onu Çok Sevdim”, bir anlama çabası. Dünden ziyade, bugünü anlamaya çalışıyoruz. Görüyoruz ki mazi, bugünün aynası. Bugün ‘birey’in yaşadığı toplumsal krizlere baktığım zaman, hep aynı şeyi görüyorum.

Nedir o?
İletişimsizlik! Önce kendi halinizi bilmiyorsunuz, sonra da muhatabınızın halini. Halinizi aktaramıyorsunuz. Sonra korkunç bir çatışma, bir sinir hastalığı doğuyor. Günlük telaş ve gündem, etrafınıza bakmaktan sizi alıkoyuyor. Bunu, rahmetli Ömer Lütfi Mete Ağabey, “Mayınlı arazide yürümek.” diye tanımlıyordu. Mayınlı arazide yürüyorsanız, önünüze bakmak zorundasınız. Elinizde bir yol haritası olmalı. Ve daha önce oradan geçenlerin ayak izleriyle, mayınlı araziden kurtulabilirsiniz. O yüzden 1950’lere bakmak zorundayız.

O yılları anlatırken, bir anakronizm korkusu yaşıyor musunuz?
Bugünkü akılla, ya da nostaljiyle o döneme baktığınızda çok kolay kandırılırsınız. Belki de senarist yüzeyselliğiyle bakmak gerekiyor. Senarist, bilgi birikimi çok derin olmaması gereken; ama dinlemeyi, anlamayı ve aktarmayı bilen biri olmalı. O yüzden senaristlerin toplumsal meselelere, kendilerinden daha fazla ayıklanıp kafa yormaları gerekiyor.

Öyleyse senaristin zihinsel bir sağaltım yapması gerekiyor. Siz nasıl yapıyorsunuz bunu?
Ben kendimden kurtulduğum her anda bunu yapabilirim. Annemin yanında çocuk, küçüklerimin yanında ağabey olduğumda, onlar gibi olurum.

“Ben Onu Çok Sevdim”de hangi toplumsal role soyunarak yaptınız bunu?
Bir gün bile ayrılık yaşamamış aile bireylerinizin, kendi akrabalarıyla mazinin bir noktasını konuşamadıklarını görmek; dikkatinizi çekiyor. Çünkü bir taraf bir partiden, diğer taraf bir partiden… Birbirlerini kırmak istemiyorlar.

Birbirini kırmamak için susmak, şimdi de devam ediyor mu?
En azından benim bulunduğum sofralarda… Ben, birbirini tahkir ya da tahrik edecek masalarda bulunmamaya gayret ediyorum! Çünkü iki tarafı da haklı ya da haksız olarak değerlendirmiyorum!

O halde Gezi Olayları, sizin için iyi bir laboratuvar oldu…
Necati Bey (Şaşmaz), Ankara’ya Başbakan’la görüşmeye gideceğini duyurduğu andan itibaren, onu sevenler “Ne güzel.” dediler, sevmeyenler de küfretmeye başladılar. Bunun dışında üçüncü bir yol olsaydı, çok şaşırırdım! 1955’te insanlar aynı camide namaz kılarken, “Allah kabul etsin.” derken bile, siyaset üstünden birbirlerine diş biliyorlar. Birisi diğerine ima ediyor ki, “Senin partin aslında bu camiyi kapattırmıştı.” Diğeri de ima ediyor ki, “Sizi de göreceğiz!”. Ama hayatlarından siyaseti çıkardığımız zaman, birbirlerini hiç incitmiyorlar.


İNGİLTERE KRALI’NIN ZİYARETİ ARŞİVLERDE YOK


Toplumsal basınç yönüyle bugünle bir analoji yapılabilir yani?
Hiç sekmiyor ki! Devletle meselesi olan bir milletiz biz. Birçok devlet kurmamız da bunun göstergesi gibi geliyor bana. Düşünün, bir doktorun acilen hastasına bir teşhis koyması lazım, fakat röntgen simsiyah. O doktorun işi ne kadar güçtür! Bizim maziye dair elimizde hiçbir veri yok.

Neden sizce?
Bana sorarsanız, Türkiye elinde veri tutulamayacak kadar değerli bir ülke. Devlet geleneğimizde, Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren çok ciddi bir belgeleme refleksi oluşmuş. Böyle bir gelenekten geliyorsunuz ve bu çok tehlikeli bir şey! Bütün verileri görürsünüz.

Görebilirsiniz; ama okuyabilir misiniz?
Bu, elli yıllık mesele! Ben bir İngiliz olarak 1890’larda İstanbul’a gelsem, şehrin hiçbir şeyinin benim kafamdaki gibi olmadığını görürüm; ama arşiv geleneğini gördüğüm zaman da derim ki: “İşte emperyal devlet!” Sonra da kafa patlatırım: “Ben bunu nasıl yok ederim?” İkincisi, toplum travmalarla sürekli iz kaybettirirsiniz. 1960, Yassıada süreci… Her şey bu kadar kepazelikle yürütülmek zorunda mıydı? Ama sizin ülkeniz, Türkiye’nin eline bırakılamayacak kadar değerli bir yer!

Neye bağlıyorsunuz, 27 Mayıs darbesini?
27 Mayıs, bana sorarsanız yüzde yüz İngiliz organizasyonudur. En son İngiltere kralı, 1930’larda İstanbul’a ziyarete geliyor. Ama matbuatta hiçbir iz bulamazsınız. “Katil kim?”i ararken ortada olmayanlar, benim çok dikkatimi çekiyor! Sen neredesin? İngiltere-Yunanistan ilişkilerine bakınca, 6-7 Eylül Olayları’nı anlayabiliyorum. O zaman diyorum ki, bu bir İngiliz oyunu mu, Amerikan oyunu mu, ortak yapım mı? “Hadi Yunanistan senin olsun şimdilik, Türkiye benim olsun şimdilik! Sonra değiştirebiliriz.” 1945’te Soğuk Savaş resmen başladı. 1950’lerde Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, İran’da iktidar değişiyor. Sıra kimde?





EMPERYALİSTLERE GÖRE; TÜRKİYE BİZE BIRAKILMAYACAK KADAR DEĞERLİ!


Şu anda da çok benzer bir resim var. Hatta Gezi Olayları’nın da Türkiye ayağına yönelik bir darbe girişimi olduğu tartışılıyor.
Mayıs ayı başında, burada yatırım yapan insanlar, Türkiye’yi analiz ettirmişler. Bana da “Kurtlar Vadisi’nin senaristi olarak Türkiye’yi nasıl görüyorsun?” diye sordular. “Çok iyi görüyorum.” dedim, “Lakin bizim geçmemiz gereken dar bir köprü var. 2013, 2014, 2015 yılları virajlı bir yol. Önümüzdeki dümdüz, upuzun yolun bittiği yerde ya dağ, ya viraj başlar.”

Nasıl vardınız bu fikre?
10 yıllık bir iktidar var, yaklaşan seçimler var… Emperyalistler gözüyle Türkiye, Türkiye’ye bırakılmayacak kadar değerli bir yer! 2002’de Polat Alemdar’ın aşkının remzi olarak Kız Kulesi’ni kullandığı İstanbul’un ileride cazibe merkezi olacağını biri bize söyleseydi, inanmazdık! Ama bugün bakın şehre yerleşen yabancı sayısına, turizm rakamlarına ve gelecek projeksiyonuna, İstanbul bu bölgenin merkezi. Emperyalistler gözüyle İstanbul da, Türkiye’ye bırakılamayacak kadar değerli! Yıllardır analistler, Türkiye’nin yanlış yığılma yaptığını, İstanbul’da biriktiğini söylüyorlar. Doğru; ama biz Almanya değiliz ki, nüfusumuzu ya da yatırımlarımızı eşit olarak bölelim.

Bu yığılmanın kökleri, Demokrat Parti’nin göç politikalarıyla başlamıyor mu?
Menderes, 1950’de iş başına geldiğini düşündüğünde, yeniden devlet kuran geleneği, çekildiği kasabalardan, dağlardan, topraklardan ana merkeze çağırdı; “Hadi buyurun, bu ülkeyi inşa edeceğiz.” diye. O temel, bütün kırık döküklüğüne rağmen başarılı oldu. O yüzden, Özal ve Erdoğan ve bu akım üstünden devam etti. Yapılan yollar sayesinde Türkiye birbirini tanıma fırsatı buldu. Türkiye’nin tarımı, aç bıraktıracak kadar yok idi. 1951’de Bulgaristan’dan Türklerin sürgün edilmesi, Anadolu’yu imar etti. Tarım bilen insanlar, Adana, Elazığ, Diyarbakır gibi verimli topraklara yerleştirildiler. İstanbul estetik olarak çok daha güzeldi belki; ama su yoktu, pislik ve yokluk içindeydi. Dünyanın kaç şehrinde 18 saatlik bir akış var? Bu, Menderes’in hiperaktivitesinin zamana yayılmış halidir. Menderes, 24 saatinin, hizmet ettiği 12-13 saatini çok seviyor. Ama diğer tarafı ruhuna uygun değil.

Ne var o tarafta?
Bayar ve İnönü’nün keskin çatışması, rahmetli Menderes’in kimyasını da değiştirmek zorundadır. Beri taraftan, Sovyetler’in sürekli sıcak denizlere inme yönünde beyanatı var. Bulgaristan’a kadar dayanmışlar. Tabii ki de NATO’ya alacaklar sizi. Böyle bir ortamda tabii ki özgür olamazsınız. Menderes de tek çareyi, çalışmakta bulmuş. Bir biçimde de başarmış.


GEZİ OLAYLARI, AVRUPA’DAKİ SIRADAN İNSANIN UMURUNDA DEĞİLDİ!


Neden diziye daha psikolojik bir yerden, yumuşak karından girme ihtiyacı hissettiniz?
Birincisi, bu, rahmetli Menderes’e ve ailesine yaratılmış bir yumuşak karındır. Ayhan Aydan Hanım’ın ifadesiyle, 1951 yılında tanışıyorlar. 1960’a kadar gazetelerde her şey yazılıyor; ama bu konu yazılmıyor. 27 Mayıs’tan sonra bir dava olarak karşımıza çıkıyor. Bu, seçilmiş müthiş bir travma aile için. Belki başladığım yer de doğru değildir; ama “Bu adama yaratılacak başka bir travma yok muydu? Bir silkinin. Komplekslerinizden kurtulun.” demek istedim.

Hayat tarzına karışıldıkları gerekçesiyle bugün iktidarı eleştirenlerin, hayat tarzı nedeniyle Menderes’i eleştirmelerini nasıl görüyorsunuz?
Hiç şaşırmıyorum! Biz, geçmiş belleği oluşturulamayan bir ülkeyiz. Sürekli bir saldırı var; ama saldıranı içeride arıyoruz. Ben diyorum ki, “Bir de dışarıya bakalım. Hırsızın hiç mi kabahati yok!”

Gezi’de de dışarıya bakıyor musunuz?
Tabii ki. Gezi Olayları’nın bir bölümünde yurtdışındaydım. İnsanlar nasıl bakıyorlar diye görme fırsatım oldu. Avrupa’daki sıradan insanın hiç umurunda değildi!

Kimlerin umurundaydı?
Sinir merkezlerinin! Patronajın!

AK Parti’nin nesinden rahatsızlar?
Onlar, partiyle ilgilenmezler. Onlar, bizim prangalarımızdan kurtulmamızın sadece bu anlamaya gelmeyeceğini bilecek kadar bizi tanıyor; ama biz kendimizi tanımıyoruz. Bütün yapıyı bozacaksınız. Başta da Avrupa’daki yapıyı bozacaksınız. Sokaklarda, yapayalnız, yaşlı bir Avrupa var. Almanya’da 3 milyon insanımız var. Ne olursa olsun, mutlu olan insanlar bunlar. Onlar bunu görüyor; ama biz göremiyoruz. “Bu ülkede yaşanmaz.” diyorlar. Nerede yaşanır? Ben Finlandiya’da 1 saat 45 dakikalık bir yolculukta, yaşayan tek bir organizma görmedim, dolu bir feribotta! Üsküdar-Beşiktaş iskelelerindeki insanları izleyin, “Bu insanlar birbirini çiğneye çiğneye nereye koşturuyor?” diye sinir olabilirsiniz; yaşıyorlar ama! 1850’ye, 1913’e, 1923’e, 1950’e baktığımda hatta 2023’e baktığımda da aynı şeyi görüyorum: umut!


MENDERES’İN İSTİFA ETME HAKKI YOKTU!


1983’e de (Özal) bakacak mısınız?
Biz tarihi, kompartman kompartman değerlendirmiyoruz. Tek bir tren olarak görüyoruz. 1983’e de tabii ki bakacağız. Özal’ı da anlatmayı çok isteriz.

Sizce öldürüldü mü?
Bunu “Kurtlar Vadisi Gladio” filminde, kimse söylemeden söyledik. Rahmetli Özal öldürüldüyse –ki bence öyle- “Kim, nasıl ve neden böyle bir şeyi yapar ve nasıl iz kaybettirir?” düşüncesini anlatmaya çalıştık, orada da. Çok basit; sevdiğinizi bile tanımıyorsanız, yanınıza sizi seven insanları koyarlar! Yine dış eksenle bakalım… “24 saat çalışan, geceleri uykusuzu kaçınca tank projesi çizen bir adamı nasıl eterne ederim?”

Menderes için de aynı şeyi düşündüler mi?
Rahmetli Menderes’i öldürmek isteselerdi, Menderes’i tarihe öyle geçirmek isteselerdi, çoktan yaparlardı. Türklerin ne kadar vefalı olduğunu biliyorlar. Ailelerin arasına travma sokarak öldürmek istediler. Menderes’i 28 Mayıs sabahı neden asmadılar? Neden bu süreç bir buçuk yılı buldu? Yargılama olmayan bir yargılamayla; akla, ruha, insan ahlak ve onuruna sığmayacak her türlü işkenceler ederek… 1959’daki uçak kazasından sonra Menderes, Ankara’da ve İstanbul’da kıyamet gibi karşılandı. E hani kardeşler kavgalıydı? Herkes yaşadığına neden sevindi? Travmatik ve trajik ölümlerde, insanın belleğindeki kirlilik hemen silinir. Tabii ki böyle bir ölümü, Menderes’e vermeyeceklerdi! Bunların edebine, alçakça öldürmek yakışırdı, öyle de yaptılar! Ben cellatla değil, emri verenle ilgileniyorum.

Emri veren kimdi?
Emperyalistler! Emri veren de, öldür diyen de, sessiz kalan da… Hepsi suçlu! İç dinamiklerin dahli şüphesiz vardır; ama keşke kendi içimizdeki dinamikleri kendimiz yönetebilsek! Bence 1954’e kadar asla iktidar değildi, Adnan Bey. En iyi bildiği konu, tarım. Tarım Bakanı bile tanıdığı, iyi çalışabileceği birisi değil. 1954’e kadar daha çok Celal Bayar iktidardı. Bana sorarsanız, 1957 itibariyle de kontrolünü kaybetti. Bu süreçte de Adnan Bey, istifa hakkı olmayan bir başvekildir. Defaatle istifa eder, ayrılmak ister; ama bırakmazlar. Açın, 27 Mayıs tarihli gazetelere bakın. Gazeteler, bir gün öncesini yazıyorlar. Erken seçim kararı vardır. Mayıs ayının başındaki gazetelere bakın, erken seçim kararı vardır. Yani o kadar alçakça bir cinayet ki; insanlar, bu travmayı ancak, “Menderes şehit oldu.” diyerek aşabiliyorlar. Bunu da ancak Türkler aşabilir! Pişman olduklarını söyleyenlerin de samimiyetine inanmıyorum. 1955’te İzmit’te tedavi gören bir CHP’li, “Ben senin hastanende şifa bulamazken, sen utanmadan Başbakanlık mı yapıyorsun?” diye yazıyor Menderes’e. Böyle kaba bir mektup kendisine ulaştığında, “Beyefendi, billahi haberim yoktu. Başhekime talimat verdim. Lütfen gidiniz ve ameliyat olunuz.” der, Adnan Bey. Adam ameliyatını olur, iyileşir. O adam 2013 yılında der ki, “Bu ayrı, o ayrı. Asılması doğruydu!”





SONER YALÇIN, SENARYOMUZA KARIŞMADI


Size ve ekibinize dair de önemli bir eleştiri var. Soner Yalçın’la çalıştığınız dönemde, omurganın kaydığı yönünde… Nasıl yakınlaştınız ve neden koptunuz?
1999-2000 yılları arasında Sabah gazetesinde muhabirdim. Soner Yalçın benim yazı işleri müdürümdü. Hukukumuz oradan başlar. Kurtlar Vadisi’nde sadece bir çete düzenini anlatmak istemediğimizden ötürü; bu alanda uzmanlaşmış, Bay Pipo’yu, Cem Ersever’i yazmış bir yazar olarak ona müracaat ettik. Dedik ki, “Bize konsept danışmanlığı yapar mısın?” Soner Yalçın da, haftada bir toplantılara katılmak üzere kabul etti. Senaryoya dair geri kalan bütün yorum bize aittir.

Senaryoya müdahil olmadı mı?
Olamaz ki! Bir, senaryo teknik olarak müdahaleye açık bir şey değildir. Karakter oluşturmanız gerekir. Bu karakter, oyuncular ve rejiyle tamamlandığında bir şey haline gelir. Hiç kimse bu anlamda ana eksenini belirleyemez. 2002 Temmuz’unda çalışmaya başladık, 2005 Aralık’ının sonundaki 97 bölümün sadece konsept danışmanıdır.

Yolunuz neden ayrıldı?
Kurtlar Vadisi bitmişti. Soner bize “Devam edecek misiniz?” diye sordu. O günkü ruh halimizde devam etmeyi düşünmüyorduk. Çünkü, “Vatan, millet, din, bayrak…” dedik diye, sayılar tutularak, “Şu kadar bayrak gösterdiler, şu kadar salavat dediler, şu kadar Allah dediler…” diye, güya yüksek tezi denilen bir istihbarat raporu üzerinden bize denmeyen kalmadı! Çok yorgun ve bitap düşmüştük. Devam etmeyeceğimizi söyledik. O da “Ben, Sağır Oda diye bir dizi yapmak istiyorum. Birlikte yapmak ister misiniz?” dedi, “Hayır.” dedik. Akabinde de kendi yolunu tayin etti.

Şu an nasıl aranız?
Cezaevinden çıktıktan sonra, “Geçmiş olsun. Hayatın gönlüne göre geçsin.” diyerek aradım. Bir maçta karşılaştım. Tekrar, “Nasılsın, iyi misin?” diye sordum. 2006 Ocak’ından itibaren eski muhabbetimiz tabii ki kalmadı. Soner inandığı yolda yürümeye devam etti, biz de inandığımız yolda yürümeye devam ettik. Bu bir yol ayrımına getirdi.


AK PARTİ DE, KURTLAR VADİSİ DE 11 YILDIR İKTİDAR


Kurtlar Vadisi izleyicisi ve AK Parti seçmeni arasında bir paralellik kuruyor musunuz?
En benzeştiğimiz taraf, AK Parti de, Kurtlar Vadisi de 11 yıldır iktidarda! Sosyologlar, 90 dakikalarını ayırıp zahmet edip diziyi izlese de bunu araştırsa! Irak’ta Şii, Sünni ve Selefiler birbirlerinin camilerini bombalarken, Perşembe günleri Kurtlar Vadisi’nde buluşuyor. Bu incelenmeye değmiyor, öyle mi? “Andy Garcia ve Sharon Stone acaba bizim dizimizde oynar mı?” dediğimizde, adamlar üç şey sordular: “Bütçesi ne, senaryosu ne, dizinin izlenme oranları ne?” Dizinin izlenme oranlarını yollayınca, “Galiba yanlış yolladınız. Yüzde 65 share bir dizi nasıl izleniyor?” dediler. Seyircinin teveccühünü bu beyefendiler görmezden gelip, diziyi ana ekseninden çıkarıp hep bir kaidenin üzerine koydular.

Özellikle de 2007’deki Ergenekon Davası süreciyle birlikte insanlar, Kurtlar Vadisi’nde izledikleri senaryoyu gerçek hayatta izler oldular. Bu, reytinglerinize nasıl yansıdı?
Biz seyircimize ilk gününden vaat ettik ki, “Yaşanacak her şeyi, önceden seyredeceksiniz.” Zaten 2003 Ocak’ından, 2005 Aralık’ına kadar seyircimiz buna aşinaydı. Mafya döneminin biteceğini söyledik, herhangi bir veriye dayanmadan. Bu yolun sonuna gelindiğini ve bu konseptin değişeceğini söyledik, değişti. Türkiye’nin içerisinde derin oyunlar oynanacağını söyledik, oynandı. Bunun kökleri olduğunu, Tapınakçılar ve Evangelistler olduğunu söyledik, birer ikişer ortaya çıkmaya başladılar. Ergenekon Davası’ndan çok daha önce biz zaten bunu anlatmaya başladık. “Kurtlar Vadisi Terör” yarım bıraktırılmasaydı, çok daha öncesinden anlatıyor idik. Ama “Kurtlar Vadisi Pusu”da da dönüp dolaşıp bunu anlatacağımızı söyledik.

Kurtlar Vadisi için bir son var mı kafanızda?

2004’ten itibaren bizi her sene bitirdiler! Biz de bir sefer bitirdik, oldu 11 sene. Gerçekten bilmiyorum. Bu Haziran da bitebilir, önümüzdeki Haziran da bitebilir. Hiçbir Haziran da bitmeyebilir! Ama insanlara duyduğumuz muhabbeti Allah bizden almadıkça, yorulmak yok! Ölünce dinleniriz! Kıyamete kadar çok vaktimiz olacak! Son nefesime kadar bundan usanmamak için Allah’a yalvarıyorum. Çünkü bu emperyalistler, kapitalistler, bu insanlık düşmanları hiç yorulmuyorlar! Bize de yorulmak düşmez. 

1 yorum:

  1. İNSANLIĞIN KURTULUŞ İSTİKAMETİNİ BELİRLEMEK İÇİN ŞU FİKRİ AÇILIMI YAPMAK SİZLERE DÜŞÜYOR.
    Senaristlere.
    http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/kisi-hukum-verirken-verdigi-konu.html

    YanıtlaSil