Fotoğraflar: Aras Margosyan
Abdullah Öcalan’ın Newroz’da yaptığı açıklamada Anadolu
Uygarlığı vurgusu
vardı. Bu vurguda Ermeniler de, Rumlar da yer alıyordu. Kürt
sorununun,
geldiği noktada Ermeni sorunuyla nasıl bir ilişki var?
O konuşma bana şunu düşündürttü: Türkiye’de iki tane güçlü
ve eleştirel Cumhuriyet
Tarihi okuması var. Bunlardan biri muhafazakâr, İslami
okuma. Diğeri de Kürt
okuması. Sol-sosyalist okuma da buna dâhil olabilirdi ama o
zaten büyük ölçüde
Kemalizm’le malul olduğu için güçlü ve eleştirel bir tarih
okuması olamadı. Orada
resmi tarihle büyük paralellikler var. Ama Müslümanların ve
Kürtlerin okumaları,
resmi okumayı sarsıcı nüveler barındırıyor.
Öcalan’ın konuşması bana, bu iki alternatif tarih okumasının
birbirine çok yaklaştığı
duygusunu verdi her şeyden önce. Müslümanlarla Kürtlerin
tarih okuması birbirine
iyice yakınlaştı. Bunun Türkiye’ye söylemesi gereken çok şey
var. Ben, Cumhuriyet
tarihinin kendisini köklü şekilde eleştirmeden, bir yeniden
yazıma tabi tutmadan,
Türkiye’nin tam anlamıyla yeni bir paradigma içine
gireceğini düşünmüyorum.
AK Parti bunu belirli noktalara getirdi; ama hala
vesayetten, eski rejimden korkuluyor.
Onun yeniden dirilebileceğinden, yeniden siyasi iktidarın
ayağını kaydırabileceğinden
korkuluyor. Ayrıca o eski tarih okuması öyle veya böyle her
kesimin zihnini
biçimlendirdi. Bu yüzden tarihsel eleştiri çok bölük pörçük,
bazen yararcı bir şekilde
yapılıyor. Başbakan’ın Dersim için yaptığı açıklama çok
önemli. Ama bunu daha
ziyade CHP’ye karşı bir koz olarak kullanıyor. Dersim’in
gerektirdiği daha genel
bir eleştiriye teşmil etmiyor, yaymıyor oralara. Toplum da
henüz bu kadar net bir
okumaya, Cumhuriyet tarihinin bu kadar keskin bir
eleştirisine hazır değil. Dolayısıyla
Erdoğan’ın tavrını anlayabiliyorum, ama yine de daha cesur
ve tutarlı olması
gerektiğini düşünüyorum.
Kürt sorununda barış, Öcalan’ın açıklaması ve bunun
şiddetsiz safhaya girme
ihtimali, bu eleştirinin daha köklü şekilde yapılma
ihtimalini doğuruyor. Barış
gerçekten de Yeni Türkiye’yi kurmaya yarayabilir.
ERMENİCE KİTAPLARDA ERMENİ İSMİ BULAMIYORSUNUZ
‘Yeni Türkiye’ kavramına inanıyor musunuz?
İnanıyorum. Şu an bile bazı anlamlarda yeni bir Türkiye’den
söz edilebilir bence.
Ama paradigma tam anlamıyla değişmedi. Paradigma değişimi
bence ancak eski
Türkiye’nin eleştirisinin çok daha net yapılmasıyla mümkün
olacak.
Paradigmanın neden tam anlamıyla değişmediğine dair bir
örnek vereyim. 7-8
yaşında kuzenlerim var. Ermeni okuluna gidiyorlar. Ermeni
okulları Milli Eğitim
Bakanlığı’na bağlı ve ders kitapları Talim Terbiye
Kurulu’ndan geçiyor. Daha önce
Ermenice ders kitabı basımı konusunda hep zorluklar
çıkarıldı. Mesela benim lisede
okuduğum Ermenice Edebiyat ders kitabı, 1905’te basılan ders
kitabının tekrar tekrar
basılmış haliydi. Çünkü yenisine izin verilmiyordu. AK Parti
Hükümeti, 4-5 yıl önce bir
karar aldı ve diğer okulların yanı sıra azınlık okullarına
da bedava ders kitabı verdi.
Lozan’ın sağladığı imkan gereği, ilkokulda ‘Hayat Bilgisi’
ders kitabını Ermenice
okutma imkanımız var. Hükümet bedava ders kitabı dağıtma
kararından sonra bir ileri
adım daha atarak, bazı ders kitaplarını bizzat devlet
bütçesinden Ermenice olarak
bastı. Biz bunu çok takdir ettik. Agos olarak da alkışladık.
Milli Eğitim bir komisyon
kurdu ve mevcut kitaplar Ermeniceye çevrilerek okullara
dağıtıldı. Kuzenlerimde
gördüm o kitabı ve açtığım anda büyük hayal kırıklığına
uğradım. Ermenice ders
kitabının her sayfasında Atatürk, pek çok sayfasında Türk
bayrağı ve çok milliyetçi
bir söylem vardı… Hatta konularda geçen çocukların isimleri
de Ayşe, Ahmet, Hakan
şeklinde. Ermenice çocuk isimleri bile yoktu. Çok ucube bir
ders kitabıydı. Türk
milliyetçiliğini Ermeniceyle yapan bir kitap. İyi bir şey
yapılmak isteniyor, eşitlikçi bir
şey yapılmak isteniyor; ama eski hâlâ o kadar güçlü ki, aynı
sembollerle, söylemlerle
hareket ediliyor. Eğer o ders kitabı gerçekten Ermenice
basılabilir ve içinde çoğulcu,
Ermenileri de içine alan, ayrımcı olmayan bir söylem
olabilirse, o zaman yeni bir
Türkiye’ye varmış olacağız. Ben bu anlamda kötümser değilim.
Sabırlı, temkinli, ama
iyimserim.
Öte yandan, bu kadar büyük bir değişim sadece bir siyasi
iktidarın meselesi olamaz,.
Mevcut baş aktör bunu belli noktalara getirebilir; ama
karşıtları çok sert oldukça,
karşıtlarının suçlamaları ‘ihanet’e vardıkça, ister istemez
değişimin çıtasını düşürmek
zorunda kalıyor. Bunu da anlıyorum. Ama bu noktada yapılması
gereken, o toplumsal
uzlaşma zeminini aramak, yaymaya çalışmak. Böylece bunun
dışında kalanların
meşruiyet zeminini ortadan kaldırmak.
ÇÖZÜMÜN EKONOMİK, SİYASİ GETİRİSİ YOK
Kürt sorununun çözümü noktasında ‘akil insanlara’ ihtiyaç
duyması, iktidarın,
bu toplumsal algıyı aşma girişimi olarak okunamaz mı?
Yakın zamana kadar o kaygı çok güçlüydü. Siyasi iktidar,
muhalefetin tepkilerini,
milliyetçi çıkışları dikkate alma ihtiyacı hissediyor. Ama
artık çözümün sağlayacağı
kazanç ve çözmemenin maliyetinin çok büyük olacağı bilinci
yerleştiği için daha
rahat yol alınabiliyor. Kürt meselesinde durum bu ama Ermeni
meselesinde böyle
değil. Türkiye’nin oy dengelerini gözetmek zorunda olan
siyasi iktidarın gözleriyle
baktığımız zaman Ermeni meselesini çözmek, şu anda hiçbir
şey kazandırmayacak
gibi görünüyor. Oy kaybedecek, karşılığında ne kazanacak?
Kazanacağı bir şey yok.
Ermenistan, Türkiye’ye çok büyük bir yarar sağlamayacak.
Geçmişiyle yüzleşti diye
dünya belki Türkiye’yi alkışlayacak; ama bunun ekonomik ve
siyasi bir getirisi yok.
Avrupa Birliği?
AB için bu mesele önemli olsaydı, bugüne kadar başka bir
siyaset izleyebilirdi
Türkiye’ye karşı. Daha talepkar olabilirdi. Bugüne kadar
olmadığına göre bu konunun
AB için çok önemli olmadığını söyleyebiliriz. Orada da
yönetenler aynı hesapları
yapıyorlar. Kefenin bir tarafına Türkiye’yi, bir tarafına
Ermenileri koyuyorlar. Kefede
hangisinin ağır bastığı ortada. Bu dengede diasporanın,
Ermenistan’ın hiçbir zaman
ağır basmayacağını düşünüyorum.
TÜRKİYE İSTEDİĞİNİ YAPTIRIYOR
Neden? Çok mu büyütülüyor o güç?
Çok büyütülüyor. Somutlar üzerinden gidelim… Türkiye-Fransa
ilişkilerinin en kötü
olduğu dönem, Sarkozy dönemiydi. Bir daha seçilemeyecekti
muhtemelen. Son
bir siyasi jest olarak, muhtemelen de kendi Türkiye karşıtı
duygularının yansıması
olarak, Soykırım Tasarısı’nı senatoya getirdi. Senatodan
geçti; ama ne hikmetse
Fransız Anayasa Mahkemesi yasayı iptal etti. Bir siyasetçi
Ermenilere yaranmak için
adım da atsa, orada dahi devlet son raddede el koyuyor.
Yasayı iptal ediyor. Obama
başkan olduğu güne kadar 1915’i soykırım olarak adlandırdı.
Şu anda, ‘Benim tavrım
belli, ama ABD’nin çıkarları ve Türkiye-Ermenistan
yakınlaşmasını göz önüne alarak,
soykırım dememeyi tercih ediyorum’ diyor. Zaman zaman,
konjonkturel olarak ve iç
politika gereği, Ermeni diasporasının ve çeşitli lobilerinin
faaliyetleri, Batı ülkelerini
soykırım noktasında bir pozisyon almaya itiyor; ama bu tavır
sonuç alıcı yaptırım
noktasına hiçbir zaman gelmiyor. Bu baskılar Türkiye’yi çok
fazla sıkıştırdığı anda
korumacı bir refleks devreye giriyor, Türkiye’nin istediğini
yapma eğilimi ağır basıyor.
Bu yüzden de diasporadaki çabanın, kongrelerde, senatolarda
bu kanunu geçirmek
yerine, bunun için zaman, para, emek harcamak yerine daha
yapıcı, Türkiye’deki
değişimi destekleyici, bu anlamdaki bilinci artırıcı
çalışmalara yönlenmesi gerektiğini
düşünüyorum. Bence diaspora sınırlı olan gücünü hem boşa
harcamış oluyor hem
de yaptıklarıyla Türkiye’deki milliyetçiliği ve resmi
tezlerin hakimiyetini güçlendirici
bir etki yaratıyor. Çünkü zaten resmi ideoloji, bunun bir
Batı yalanı olduğu tezleri
üzerine kurulu. Bunu Batı üzerinden zorla, dayatmayla kabul
ettirmeye çalıştığınız
zaman, o resmi pozisyonu çok rahatlatmış oluyorsunuz.
Halbuki Ermeni meselesini
kabul ettirmenin tek yolu, Türkiye’deki o resmi söylemin,
ideolojinin ve tarihin
sarsılmasından geçiyor. Siz onu sarsmayıp aksine
destekliyorsunuz. Ama diaspora
maalesef bunu görebilecek noktada değil; çünkü Türkiye’yi
çok iyi tanımıyorlar.
Bu resmi ideoloji, Hrant Dink’le sarsıldı mı?
Bugüne kadar belli bir noktaya geldiysek -ki bence geldik,
Hrant Ağabey sayesinde
oldu büyük ölçüde. Agos sayesinde oldu. Bunların dirsek
teması içinde olduğu aydın
sınıfı, gazeteci sınıfı, akademi camiası, bu konuyla Agos ve
Hrant Dink sayesinde
tanıştı. Uyandı. Yaşananlara daha iyi vakıf olduktan sonra
da mahcubiyetle bu işe
dört elle sarıldı; bu davanın Türkiye’deki savunuculuğunu
yaptı. Kolay da değildi.
Hrant Dink’in yaptığı bir Don Kişot’luk muydu?
Büyük ölçüde öyle. Çünkü Agos’un başladığı dönem itibariyle,
80 küsur yıldır
söylenmiş ve anlatılmış bir tarih var. Bu tarih, gerçeklik
üzerine kurulu olmasa
da çok etkili. İnsanları ikna etmiş. İnsanlar ona
inanmışlar. Bir gün birisi çıkıyor
ve ‘Bizim hikayemiz aslında budur. Bunları yaşadık. Bu aynı
zamanda sizin de
tarihinizdir. Gelin bu tarihe birlikte bakalım’ diyor.
Bakmaya başladıkça, önce kendiniz
bilmediğiniz şeyleri öğreniyorsunuz. Kendi hayatınız için
kritik bir değişim yaşayıp
sonra da bunu kalabalıklara anlatmaya çalışıyorsunuz. Devlet
aksini anlatmaya
devam ederken. Eğer Türkiye’de 100 kişiden 5’i, bu konuda
biraz olsa resmi tarihi
sorgulamaya başladıysa, ya da bu konuda yalan söylendiğine
inanıyorsa, bu önemli
bir toplumsal taban demek, Ermeni meselesinde.
Dünyada en fazla 7-8 milyon Ermeni var. Ermenistan’da 2
milyon Ermeni yaşıyor,
Rusya’da 2 milyon Ermeni yaşıyor. Farklı ülkelerde de 3-4
milyon Ermeni var. E
Türkiye’de 75 milyon insan yaşıyorsa, bunların yüzde 10’u bu
konuda açıksa, bu da
dünyadaki Ermenilerin konuşabilecekleri 7 buçuk milyon
Türkiyeli var demektir. Bu az
bir şey değil! Günden güne de genişleyecek.
DİASPORA, DİNK’E ‘AJAN’ BİLE DEDİ
Diaspora ve Ermenistan, Türkiye’deki bu değişimi fark
edebildi mi? İlişki
kurabildiler mi?
Giderek fark ettiklerini düşünüyorum. Öncesini de biliyorum.
Hrant Ağabey’in
diasporayla karşı karşıya geldiği noktaları anımsıyorum.
Mesela?
Yurtdışındaki toplantılarda ya “Sen, Türkiye’de esir
statüsündesin. O yüzden
böyle düşünüyorsun. O yüzden Türkiye’de iyi şeyler olduğunu
anlatıyorsun. Sana
dayatılanı anlatıyorsun.” türünden çıkışlar yapıyorlardı. Ya
da “Sen Türk devletinin
ajanısın. Seni, bizleri ikna etmek, kandırmak için
görevlendirdiler. O yüzden böyle
söylüyorsun.” diyen insanlarla karşılaştı. Ama yılmadı ve
anlattı. Gittikçe de daha
fazla ikna edici oluyordu. Diaspora, Hrant Dink’in cenaze
töreninde o değişimi gördü.
Ne talihsizlik ki onun öldürülmesi noktasında Türkiye ile
gerçek bir temas kurabilmiş
oldu. Yüz binlerce insanın sokağa dökülmesi, diasporaya ‘Kim
bunlar? Nasıl oluyor
da Türkler Hrant için yürüyor?’ sorusunu sordurttu. Bu
şaşkınlıkla, Türkiye’ye daha
gerçekçi bakmaya başladılar. Bu süreç devam ediyor. Ben hala
kurumsal düzeyde,
politika düzeyinde çok olgun bir noktaya gelindiğini
düşünmüyorum. Ama tekil
örnekler, aydınlar, gençler çok daha yakından takip ediyor
Türkiye’yi. Bu nedenle
temaslar da daha yoğun oluyor. Her gün, her hafta bunları
yaşıyoruz.
DİASPORA, ERGENEKON’U ANLAYAMADI
Ergenekon davasına nasıl bakıyor, Türkiye’deki Ermeniler ve
diaspora?
Bu davada, Hrant Dink’i tehdit eden ulusalcı kanadın birçok
aktörü tutuklu
konumunda. Dava dosyasında içinde Mutafyan’ın da bulunduğu
suikast
planları ortaya çıktı. …
Türkiye’deki Ermenileri olumlu etkiledi. Bunun etkilerini
Agos olarak da yaşadık. Hrant
Ağabey zamanında açılan davalar, soruşturmalar, gelen tehdit
mailleri, mesajları,
çok planlı bir şekilde yapılmıştı. 2004’ten sonra hızla
artan bir boyuta ulaşmıştı. Son
bir yılında 1500’e yakın tehdit ve küfür mesajı aldı Hrant
Dink. Buna dayanmak çok
zordu. Hangi haleti ruhiyede olduğunu da son yazılarında ifade
etmişti. Bunların
birçoğu tek merkezden yürütülüyordu. Şu an Ergenekon’dan
içerde olan malum
çevrelerle çok ilişkiliydi. O insanların cezaevine girmesi,
2008’den sonra ortamın
değişmesine yol açtı.
Yurtdışından bu sürecin çok iyi anlaşıldığına kani değilim.
Diaspora için Ergenekon
Davası çok karışık. Ne olduğunu kolay kolay
anlayamayacakları çok kaotik bir
süreç. Onlar süreci biraz da ‘AK Parti hükümeti geldi.
Türkiye geçmişten biraz farklı
şeyler söyleme başladı’ şeklinde okuyor. Aydınlar
düzeyindeki değişimi daha açık
görüyorlar. İsmen tanıdıkları, televizyonda gördükleri,
kendi kentlerine gelen aydınları
görüyorlar. Bu, onlara bir şeyler söylüyor. Bir süredir her
hafta Ermenistan’dan bir
internet sitesiyle Skype üzerinden röportaj yapıyoruz.
Onlara Türkiye’de olan biteni
anlatıyorum. Her ‘Ergenekon’u konuşalım’ dediğimde, “Ya bu
konu bizim için çok
karışık. Bizim takipçimiz bunu anlayamaz. Başka zamana
bırakalım’ diyorlar.
2015, soykırımın yüzüncü yılı. Türkiye üzerine baskıların
daha yoğun olacağı bir
dönem olacak. Türkiye bunun kaygısını şimdiden duyuyor
aslında. Elçilerin, Dışişleri
Bakanı’nın sözlerinden bir savunma haline hazırlık
görülüyor. “Diaspora, bizim
diasporamızdır. Anadolu’nun da diasporasıdır.
Büyükelçiliklerimiz onlarla da temas
kuracaktır.” gibi ılımlı sözler kadar, yine Davutoğlu’nun
söylediği “1915, bizim için
Çanakkale’dir” cümlesi de var.
2015’TE BİR KIRILMA OLMAZ
2015 bir kırılma olur mu?
Ben olacağını düşünmüyorum. Bu konuyu daha çok tartışmak
anlamında bir fırsat
sağlıyor; ama 2015’e doğru gerginlikler artarsa, dış
baskılara bağlı olarak hükümet
savunmacı sürece girerse, ön alıcı ve diyaloga açık olmazsa,
Türkiye’de bu konuyu
konuşanların işi daha zorlaşır. Eğer Türkiye daha yumuşak ve
olgun biçimde bu
konuyu tartışmaya hazır olursa, diasporaya ve Ermenistan’a
yönelik adımlar atarsa,
dışarıdaki baskıları da kıracaktır. O zaman bunu bir fırsata
çevirebilir. Ama bu
meselenin 2015’te kapanacağını sanmıyorum. Daha çok yol var
bence.
Ermeni Konferansı’nı da bir kırılma olarak görebilir miyiz?
Ardından gelen
protokoller sürecinden sonra herkes umutlanmıştı ki, süreç
dondu.
Bence de önemli bir kırılmaydı. Artık bu meseleyi kendi
içimizde, toplumsal düzeyde,
medyada özgürce tartışabiliriz damgasını vurdu. İlk başta
doğru tavır almayan
Hükümet sonradan bir kapı açtı ve o kapıdan da girildi.
Ermenistan’la yakınlaşma
siyaseti bu süreçle ne kadar alakalı bilmiyorum. Ama
Türkiye’nin komşularla ‘sıfır
sorun’ hedeflediği, dış politikada daha aktif olduğu bir
dönemin ürünüdür. Ermenistan
da buna hazır ve arzuluydu. Orada dış politika anlamındaki
kırılma, Başbakan’ın,
Azerbaycan tarafından bu kadar sert tepki beklemiyor
olmasından kaynaklandı.
Tepki çok sert olunca, iki kaygıyla geri adım atıldığını
düşünüyorum. Birincisi,
Azerbaycan’dan alınan doğalgaz. Türkiye, Rusya ve İran’dan
aldığının yarı fiyatına
alıyor doğalgazı, Azerbaycan’dan. Bu, çok önemli. İkincisi
de Azerbaycan’ın milliyetçi
cenah üzerindeki etkisinin oy kaybettireceği korkusu,
Başbakan’ı, Davutoğlu’nun
açtığı kapıyı kapatmaya itti. Para ve oy kaybetmeyi göze
alamadı, Başbakan.
Türkiye ekonomik anlamda, Azeri doğalgazına bağımlılığından
kurtuldukça,
oradaki politika belki değişebilir. Bir ihtimal 2015 öncesi,
Ermenistan’la yeniden bir
yakınlaşma dönemine girilebilir. Türkiye bu adımlarla,
gelecek muhtemel baskıları
savurabilir.
Yarım yamalak da olsa Dersim özrüyle birlikte, Cumhuriyet
tarihinin yeniden
okunmasına yönelik başlamış olan trend, kökten bir okumaya
varırsa, 1915’i
anımsamayı da kaçınılmaz olarak beraberinde getirecek. Başbakan CHP’yi eleştirirken, özellikle tek parti dönemini eleştirirken
“İttihatçı zihniyet ve onun
Türkiye’ye yaşattıkları” vurgusunu sıkça kullanıyor. Bunu
parçalı yapıyor ve iç
politikada kendisine çıkar sağlayacağı anlarda yapıyor.
Bazen gündemi değiştirmek
için yapıyor; ama bunun farkında olması, Ermeni meselesinde
de çok şeyin farkında
olması gerektiğini söylüyor. Muhtemelen Başbakan şunun da
farkında: O eleştirdiği
pozitivist, tek tipçi, İttihatçı tek parti zihniyeti;
Dersimlilere reva gördüğünü, 1915’te de
Ermenilere reva gördü.
Yani?
Söyleşinin başındaki soruna gelirsek, Kürt meselesine bakış,
Türkiye’nin
demokratikleşmesi ve bu konuların daha özgürce konuşulabilmesi;
İttihatçıların
ve tek parti döneminin yaptıklarının daha özgür yazılıp
çizilebilmesi, nihayet
bunların müktesebat ve müfredat haline gelmesi sonucunda
Ermeni meselesi doğru
anlaşılabilir. Bu uğurda, Türkiye’nin attığı her adım,
Ermeni meselesi hanesine bir
kazanç olarak yazılıyor.
Bence Türkler için iyi olan, Ermeniler için de iyidir.
Türkiye’nin özgürleşmesi,
demokratikleşmesi, daha çoğulcu bir yapıya kavuşması, toplum
tasavvurunun
hepimizi içine alacak şekilde genişlemesi; Türkü, Kürt’ü,
Müslüman’ı, Gayrimüslimiyle
hepimiz için iyidir. Böyle olması Türkiye’yi güçlendirir. Ve
ancak böyle bir Türkiye’de,
1915, Ermeni meselesi özgürce konuşulabilir. Türkiye içine
kapalı oldukça, iç barışını
sağlayamadıkça, daha milliyetçi ve devletçi oldukça, daha
güvensiz ve kavgalı
oldukça, Ermeni meselesinde hiçbir gelişme bekleyemeyiz.
Dolayısıyla Türkler ve
Kürtler için iyi olan her şey Ermeniler için de iyidir.
ERDOĞAN, MESELEYİ ANLAMA ÇABASI İÇİNDE DEĞİL
Türkiye’deki Ermeniler de, Leyla Zana’nın “Kürt sorununu ancak
Erdoğan
çözer” gibi “Ermeni sorununu ancak Erdoğan çözebilir.”
diyorlar mı?
AK Parti’yi destekleyen epey Ermeni var. Destek oranının
Türkiye ortalamasının
altında kalmadığını tahmin ediyorum. Bazı noktalarda üstüne
bile çıkıyor olabilir. Ama
şüpheli olanlar da var. Laik kanadın kaygılarını taşıyanlar
var. Bugüne kadar ‘Ermeni
meselesini ancak Erdoğan çözer” gibi bir tavrı, cemaatin
içinde görmedim. Vakıfların
mal-mülk sorunları, geçmiş haksızlıkların telafi edilmesi
noktasında AK Parti’ye inanç
var; ama Ermeni sorunu, eninde sonunda 1915’e bağlandığı
için ve çok daha büyük
bir sorun olduğu için, “Erdoğan çözer” tavrını pek görmedim
Türkiyeli Ermenilerde.
Erdoğan çok güçlü bir lider. İkna kabiliyeti çok yüksek.
Kürt meselesinde hangi
söylemi kullandığında toplumda ne tür etkiler ortaya
çıkardığını son aylar içinde
çok net gördük. Çok geniş bir toplum kesimi üzerinde ikna
ediciliği var. Ermeni
meselesinin çözümü de önümüzdeki 10 yılı düşündüğümüzde bir
anlamda Erdoğan’a
bağlı tabii ki. Ama Erdoğan‘ın “Bu meseleyi iyice anlayayım”
diye özel bir çaba içine
girmediğini düşünüyorum. Kendi vatandaşı olan Ermenilere
karşı ayrımcı bir zihniyet
taşımıyor. Ama genel olarak Ermeni meselesinde, Ermenistan
ve diaspora da işin
içine girdiğinde, sorunu tam anlamıyla idrak etme çabası
içine girmiş değil. Ama
nihayetinde tabii ki çözümün kilidini elinde tutuyor.
ERMENİSTAN ONURSUZCA BİR BARIŞI KABUL ETMEZ
Ermenistan’ın yaşadığı ciddi bir sıkıntı var. Toplumsal
anlamda ve ekonomik
anlamda çok ciddi bir uçurum var. Kapının açılması,
ticaretin canlanması ne
kadar önemli, bu soruna dair?
Hem önemli, hem önemsiz. Oraya gittiğimde insanların
anlattıkları şu: “Biz tabii ki
sorunun çözülmesini istiyoruz. Türkiye, AB’ye girmek
istiyor. Biz de AB’ye komşu
olmak istiyoruz.”
Türkiye kanalıyla AB ile ilişki kurarak, Rusya’nın tek hakim
olduğu bir Ermenistan’dan
ziyade, daha dengeli bir dış politikaya kapı açmak
istiyorlar. Bunun için sınırın
açılmasını istiyorlar.
Bir yandan da önemsiz. Çünkü şunu da söylüyorlar: “Türkiye
sınırın açılmasını
büyük propaganda malzemesi yapacak, bizim için kabul
edilemez koşullar öne
sürecek, bizi onursuz bir barışa itecek kadar ileri
götürürse, bu kabul edilemez.
Biz zaten 20 senedir iki taraftan ambargolu bir şekilde
yaşıyoruz. Ama bir şekilde
hayatımıza devam edebildik. Elektriksiz, susuz, ısınmak için
ormanları kesmek
zorunda kaldığımız en zor günleri de görebildik. Şimdi o
günlere göre çok daha iyi
durumdayız. Bir şekilde İran’la, Gürcistan’la, Rusya’yla bir
denge tutturup zor da olsa
bu hayatı sürdürebiliyoruz ve sürdürebiliriz. Eğer Türkiye
bu kadar katı olacaksa,
bizim için de yapacak bir şey yok.”
Peki ya oligarklar?
Evet, oligarklar çok güçlü. Evet, ekonomide tek söz sahibiler.
Evet, ekonomide
çok yol kat edilmiş değil. Evet, gelir farklılıkları var.
Ama bir yandan baktığında
da dünyanın birçok yerindeki sorunlardan çok da farklı
sorunlar değil. Rusya’nın
güvence sağlaması ve ona bu kadar bağımlı olmak, Ermenistan
için bir yandan kötü.
Ama bir yandan da özellikle askeri ve güvenlik anlamında,
kimsenin Ermenistan’a
ilişemeyeceğine dair bir bilinç oluşturuyor ve onları
rahatlatıyor.
Benim açımdan bakarsam; Elbette ki sınırın açılması, iki
halkın birbirini tanıması
anlamında çok önemli. Ermenistan’ın Rusya’ya bağımlılığından
kurtulmasını isterim.
Daha demokratik bir ülke olmasını isterim. Türkiye’yle aynı
birlikler içinde yer alan bir
Ermenistan görmek isterim. Bu da öncelikle sınırın
açılmasından geçiyor.
Ama bunun bir yolu da Karabağ sorununun çözümünden geçiyor.
Umarım orada
da Ermenistan ve Azerbaycan, ufak da olsa bazı adımlar atar
ki Türkiye’nin eli de
rahatlar ve üçlü bir barışı kurabilirler.
AZERBAYCAN, AGOS’U İSTEMEDİ
Offshore skandalı, Türkiye’nin Azerbaycan’a bakışını etkiler
mi?
Azerbaycan’ın Türkiye’ye etkisi açısından sınırları
zorladığını düşünüyorum. ‘İki
devlet, tek millet’ söyleminin elbette bir alıcısı var. Ama
Aliyev rejiminin, Türkiye’de
Ermenilerle ilgili her şeye müdahale eder pozisyona
gelmesinin, iktidarda bir antipati
yarattığını seziyorum. Türk Hava Yolları’nın Atatürk
Havalimanı’nda Agos Gazetesi
bulundurmasına itiraz edecek noktaya geldi, iş. Azerbaycan
Dışişleri Bakanlığı Basın
Sözcüsü, bunu kınayan bir açıklama yaptı. Türkiye’nin
içişlerine bu kadar müdahale,
bir yerden sonra ters tepecektir.
Offshore skandalıyla, Aliyev rejiminin içyüzü de ortaya
çıkmış oldu. Bilinen; ama
Türkiye’de çok konuşulmayan bir şeydi. Azerbaycan’da Ekim
ayında bir seçim var.
Muhalif bir kaynama da var. Dolayısıyla Azerbaycan’ın
çıkarları olarak savunulan
şeyin, Aliyev’in çıkarları olduğu daha aşikar kılınıyor.
Aliyev rejimine bu kadar körü körüne destek, Türkiye’nin
Kafkasya denkleminde
rolünü kısıtlıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder