Tastamam eksik!

10 Ekim 2010 Pazar

Emre Aydın röportajı

"Bir kötü albüm yapın ve görün; kalabalık mı kalıyor?"


FATİH VURAL

Emre Aydın, ilk albümü Afili Yalnızlık’la, kaliteli şarkıların, alışılagelenden farklı bile olsa, 120 binlik satışıyla, sahibini bulduğunu gösterdi. 4 yıl sonra yeni albümü Kağıt Evler’le çıkagelen genç sanatçı, ‘sözlerine’ kaldığı yerden devam ediyor. Yeni albümünde müzisyen yanına da vurgu yaparken; “Bir kötü albüm yapın ve görün; kalabalık mı kalıyor?” cümlesiyle, bulunduğu yerin farkında olduğunu gösteriyor.



-Yola çıkarken yazdığın şarkılar alışılandan farklı şeyler söylediği için ‘alternatif’ sayılabilirdi. Böyleyken büyük bir popülerlik kazanman, skendine yönelik değerlendirmelerini nasıl etkiledi?
Tek ölçünün, bana göre iyi olan şarkı yazmak olduğunu düşündüm. Afili Yalnızlık çok popülerlik kazanınca, onun çok sorgulamasını yapmıyorsunuz. Çünkü öyle olsun diye yapılan bir şey yok. Ve yapılan işi kontrol edemiyorsunuz. Farklı bile dursa, demek ki sevdiğim şarkılar, popülasyonun zevkine uygunmuş. Bu bana çelme taktı da diyemem.

Tersine çevirelim soruyu. Bu kadar genç olmana rağmen şarkılarını üst noktalara taşıyarak, birtakım ön kabulleri yıktığını düşünüyor musun? Yaşla ve tecrübeyle ilgili handikaplar vs… Bu anlamda bir ayraç mısın?
Bu noktada benim konuşmam doğru olmaz. Bir şarkı yaparsınız, sonra ‘Abi çok iyi oldu, ama bunu anlamazlar’. Bu tip cümleler, stüdyolarda çok kurulur. Buna hiçbir zaman inanmadım. Siz yapın; iyi olduğunu düşünüyorsanız, sonuç iyi olmasa bile vicdani rahatlığınız olduğu için bir problem olmuyor. O iş gidiyor. Afili Yalnızlık’ın en metafor yüklü şarkısı Bu Kez Anladım’dır. Ve en fazla “Bu şarkıyı anlamazlar” denilen şarkı da odur. Albümün promosyonu bittiğinde sadece videolandırmak istediğimiz için ona video çektik ve o şarkı belki de Afili Yalnızlıktan daha fazla rotasyon aldı.

Ki o şarkıdaki ‘Kaybettim kendimi hükümsüzdür’ ifadesi bir motto haline geldi…
Evet. Küçümsememek lazım insanları. Bir iktisat kuramı; arz, talebi doğuruyor. Ama doğru, siz vermeden nasıl bilebilirsiniz? Bir de ‘Biz çok daha kalitelisini yazardık; ama toplum anlamaz’ sözüne katılmıyorum. Siz şarkıcı olarak sunduğunuzun arkasında durmakla yükümlüsünüz.

Şarkılarındaki niteliğe toplum kayıtsız kalmayınca, özellikle müzik camiasında sana yönelik bakış açısının değiştiğini gözlemledin mi?
Evet. Aynen öyle oluyor. Bu Yağmurlar’ı çıkış şarkısı olarak Sony çekti. Kayıt aşamasında miyoplaşıyorsunuz. Çünkü günlerce uğraşıyorsunuz, şarkıdaki gitarla bile. Bu Yağmurlar’ı kimse kolay kolay dört yıl aradan sonra, çıkış şarkısı olarak seçmez. Sony, şarkı sözlerine ve havaya vurgu yapmak için seçti. Unkapanı’na bu albümü verseydim, seçecekleri 3-4 şarkı belliydi. Ben plak şirketi sahibi olsam, Bu Yağmurlar’ı iki kere düşünürdüm. Radyo soundu daha az basittir ve daha az depresifdir.

Müzikte alternatif alanın ana akımla bitişmeye başladığını düşünüyor musun? Dinleyicinin niteliğinin de artmasıyla ilgili?
Her zaman kurulan bir ‘Geriye gidiyoruz’ cümlesi vardır. Geriye gidiyor olsak, bahsettiğiniz durum olmazdı. Satışlara bakarsanız büyük bir sıçrama yok; ama alternatif olanın ‘main stream’e dönmesi nitelik olarak çok açık görünüyor.

Afili Yalnızlık ne kadar attı?
Üçüncü senenin sonunda 120 bin oldu. Albüm satışları genelde bir yıl bitince söylenir. Bir yılın sonunda 80 bindi.

Kağıt Evler’in prodüksiyonu için neden İsveç’i seçtin?
Kağıt Evler’den önce İsveç’te bir İngilizce single kaydettik. Oradaki ekibimin dörtte üçü yabancıydı. Mats Valentin’dir Kağıt Evler’in prodüktörü. İngilizce single albümüm Falling Down’ı Mats’le beraber yaptıktan sonra, Türkçe albümü de çok güzel yapabileceğini fark ettim. Çünkü algıları çok açık. Bir de ilk yaptığım kayıtlar güzel olmadı. Memnun kalmadım. 'Bu işler Türkiye’de olmuyor' demek değil bu. Soundçu da değilim; ama daha da güzel bir sound olmalıydı. Afili Yalnızlık’ı seviyorum; ama 2006’da dünyada çıkan bir pop-rock albümünün soundu daha güzel gelir. Eskiden ‘Burada teknoloji yok, adamlarda ne makineler var’ muhabbeti dönerdi. Ama hiç öyle bir şey yok. Gördüm, bir sürü kayıt da yaptım, hatta bazı imkânları daha kısıtlıydı. 

Bize kabullendirdiğin metaforlarla anlatımın, ‘Bu Yağmurlar’da da çok açık. ‘Kaybettikçe bir çeltik attı, alnımın üstüne Tanrı’ derken; o ‘çeltik’in alt metninde ne var?
Alnımızdaki kırışıklıklar. Ben çok severim, göz altındaki morlukları. Alındaki kırışıklıkları çok severim. İnsanlar ameliyatlarla yok etmeye çalışıyorlar; ama hem alındaki, hem gözaltındaki çizgilerde o insanın yaşadıklarını görüyorsunuz.

Yaşanmışlığı çok önemsiyorsun. Bunun izini sürüyor, gerektiğinde kazıp bulmaya çalışıyorsun. Bu albüm için de aynısını söyleyebilir misin?
Geçmişi sorgularken, bugüne tutunma çabasını anlatma hali hep var. Bana şarkı yazdıran duygu, o. Yazmaya değer bulduğum şeyler onlar. Kağıt Evler’in alt teması da unutmaya çalışmak; ama unutamamaktır. O duygu üzerine kağıt ev inşa edilmiştir. Ama tüm bunlar içinde ‘büyüme’ kavramı da var. Bu Yağmurlar, direkt bunun üzerine kurulu.

Hayatındaki çatlaklardan hep hüzün sızıyor. Bunun kaderin olduğunu kabul ettikten sonra, kağıda ve notaya dökebilmen de bir hediye belki. Bu albümde Tanrı’ya ettiğin teşekkürün bununla bir ilgisi var mı?
O teşekkür, benim her albümde var. Ama şunu vicdani olarak söylemeliyim. Şarkı sözü abartılır. Bu albüm, Afili Yalnızlık’tan daha kişisel. Fazla kişisel belki. Ama şarkı dediğiniz şey, hece ölçüsünü kullanarak metnin içine yedirmek zorunda olduğunuz şey. Bazen kelimeler, harfler, sesler tınlamaz. Onları makaslaya makaslaya, bir süre sonra ‘Bu yüzde yüz gerçek değil’ diyorsunuz. En gerçek zamanı, gitarı elinize ilk alıp çalmaya başladığınız an. O şekilsel ve teknik durumlar bir tarafa, bu albüm Afili Yalnızlık’tan daha gerçek bir albüm oldu. Çünkü Afili Yalnızlık’ta da o mantık vardı. En güzel anlatabileceğiniz hikâye, kendi hikâyenizdir. Başka maceralar peşinde koşmaya gerek yok. Kurgulayabilirsiniz –kurgu yok bu albümde, Afili Yalnızlık’ta bir tane vardı-; ama o kurgu da bir şekilde sizi etkileyen bir hikaye olsun ki gerçek olsun.

Bu albümde daha evcilsin. Bu Yağmurlar’da, annen için olan yanın, albümün bütününü dedene ithaf etmeye varıyor. Etrafın bu kadar kalabalıklaşırken, eve dönmeyi neden bu kadar istiyorsun?
Kalabalığa aldırmamak en basit çözümdür.

Seni kibirli göstermez mi?
Yok, öyle aldırmamak değil bu. Çaktırmadan aldırmamak aslında. Turneye de giden, televizyona da çıkan sizsiniz. Suratına boya sürülen de sizsiniz. Neticede bu işin içindesiniz. O insanlar da belki o kalabalığın içinde olmaktan o kadar mutlu değiller! Orada da bir sürü insan çalışıyor. Kalabalıkta olmak, maneviyatınızı da o kalabalık içine sokmayı gerektirmiyor. Gerek de yok. Orası bir sahne. İki kötü albüm yapın, görün bakalım kalabalık mı kalıyor!

Bunu da biliyorsun…
Tabii canım. İki tane bile değil. Bir tane…

Evcillik vurgusunun bu kadar güçlü olmasının sebebi ne?
Bunu sen söyleyince fark ettim. Ve çok doğru.

Annem için’ derken, ona neyin karşılığını vermek istiyorsun?
Herhalde o, yaşınızın başındaki rakamın 3’e dönmesiyle (30’lara adım atma) alakalı. Anne, orada caydırıcı güçtür. Özellikle uçurum kenarında tutunuyorsanız, sizi engelleyenlerin başında anne gelir. ‘Çok kişisel oldu, çok şık olmadı’ gibi çevremden birkaç ses yükseldi. Ama odur. Başkasını aramaya gerek yok! O evcillik de yaşla ilgili. Gerçekten şimdi konuşunca fark ediyorum.

Kelimelerin anlatıyor ki kalbin adeta sığınağın. ‘Alıştım Susmaya’ şarkındaki şu dize de bunu anlatıyor: “Üşürsen söyle hemen. İçimin camları kapansın”. Sığındığın kadar, sığınılmasını da isteyecek kadar korunaklı bir yer midir kalbin?
Aynen öyledir. Susmaya alışmayı tercih ediyorum nedense. Muhtemelen daha yıpratıcı, bu. Bazen deli gibi anlatmak istersiniz. O tip krizlerde belki anlatırım; ama onun dışında hep o camları kapamayı tercih ederim. Cereyan yapıyorsa, iki kapı ya da pencere birbirinden habersiz açık unutulmuştur. Çok içinde olmak istemediğim bir durum değil.

Kendinden çok sevgiliyi üşütmemek isteği…
Hem o var, hem kendini koruma var. Bazen tüm bunlar fayda etmiyor. Bittiyse, bitiyor. Terk edilen psikolojisidir -ben de yaşadım onu- giderken son bir laf daha söyleyeyim, bir laf daha söyleyeyim… Bitmişse bitmiştir zaten. Söylediğiniz şeyler, bir tek sizin için kıymetli. Camları kapatmamak iki taraf için de eziyet oluyor. Siz o eziyeti zaten camı kapatsanız da, kapatmasanız da çekeceksiniz. Orada ha bire karşı tarafı yormaya gerek yok.

Önceki albümde şarkılarının hüznün ekseninde akması, medyada sana yönelik, kolaycı bir algılayışı da beraberinde getirdi. Bütün isyan, bir sevgiliye gibi… Bu çizilen ‘profesyonel mutsuz’ imajında kendi payın da olduğunu düşünüyor musun?
Olabilir, farkında olmadan. Nereyi vurgularsanız, medya orayı alıyor. Medya varsa, alt satırlarda neler yazdığını okumak için zamanı da, lüksü de yok. Çok rahatsız olmadım. Medya öyle yansıtsa da, o albümü dinleyenler, alt satırlarını biliyorlar. Her programda ‘Yanlış algılıyorsunuz’ demenin anlamı yok. Afili Yalnızlık, aşk şarkısı değil. Öyle algılandı. Bütün albümü doğru anlatmak çok zor. Profesyonel mutsuzluklarım yok…

Şarkılarını her kim ve ne ise sadece ‘o’na söylüyor gibisin. Ama bunu bu kadar çok insanın dinliyor olması seni nasıl etkiliyor? ‘O’ bunu nasıl karşılıyor?
Orada yalnızca benim ağzımdan ‘o’nu dinliyorlar. Dolayısıyla bu, aldatıcıdır. Dinleyenler, bir koruma duygusu geliştiriyorlar. Dinleyiciyi, iyilik meleğine dönüştürüyorsunuz. Karşı tarafta da bir hayalet var ve nefret ediliyor. Tersini düşünürsek, dinleyici olarak birebir karşı tarafa ‘Tam dört yıl olmuş dün’ diye yazabilirsiniz. O sahici değildir. Neyi, kimden daha fazla biliyorsunuz da, ne kadar anlatacaksınız? O bunu nasıl karşılıyor? Afili Yalnızlık’ta bir-iki şarkımda, kendimi ‘o’ tarafın yerine koyunca, ‘Bana da yazılmamış olabilir mi?’ diye düşünürdüm.

O’na yazdığını söyledin mi?
Onu dinlemek için yazmadım. Dinlemek isteseydim, yazmazdım. Direkt konuşurdum. Bir de oradaki şahıs, Türkiye’de bile yaşamıyor. Duysaydı da, teşekkür gibi bir şey yaşanmazdı.

Karşılaşmaları çok seviyorsun. Geçmişi kesip atmaman da, bundan gibi geliyor. ‘Son defa’ diyorsun; ama o karşılaşmaları yaşama isteğin, bu sözü geçersiz kılıyor…
Aynen öyle… ‘Son defa’ lafı tıraş! (Gülüyor) Bir son olamıyor. Çok kaba bir tabir; ama hakikaten ‘tıraş’ yani. Son defa neden birini görmek isteyesiniz?

Karşılaşmaları neden seviyorsun?
Demek ki kafamda tamamlanmamış o hikaye.

Bitirmeyi mi sevmiyorsun?
Her şey için konuşamam; ama o hikaye sanırım doğru bitmemiş.

Senin deyiminle ‘Bitmez sandığım şey, en önce bitti’…
Evet, aynen odur.

Şarkı sözlerinden gidelim… ‘Öyle sana benzeyen her şey gibi/Erirken ben avuçlarında’… Kendini teslim etmeyi seviyor musun?
Sevmiyorum aslımda. Engel olamadığımdandır. Çıkardığım çıngarların esas sebebi de o. Kontrollü davranmak, rasyonel olarak doğru. İstemeye istemeye teslim olursanız, bir süre sonra o işin cılkı çıkıyor. Kendi hayatınızın iplerini emanet edince, benim için meseleye dönüşüyor. Karşı tarafın sürekli o ipi çekmesi, orijinli.

Feridun Düzağaç’ın şarkısındaki gibi ‘Olmaktan korktuğum yerdeyim, sendeyim. Al beni ne yaparsan yap’ teslimiyeti.
Ama oradayken, korktuğunu da söylemeden geçmiyor. (Gülüyor) Mesele, korku olmuş. Zaten Feridun abinin şarkıları çok şey özetler. Dün Twitter’da ondan şımarıklık yapmak için izin istedim. Onun ‘Yürüdüm’ünü dinledikten sonra, yazdım ‘Bu Yağmurlar’ı.

Bu albümde yağmurdan hareketle arınma duygusu da karşımıza çıkıyor. İki senede kendini yorgun hissettiğinde nerelerde mola verdin?
Aslında dinlenemedim. Beni esas, ‘Bu albümü kimle yapacağız, nasıl olacak?’ gibi sorular, kurumsal problemler yordu. Bu, benim hayalimdi. İşimi seviyorum. Hakikaten yorgunum; ama İngilizce albümü yapacağız diye o kadar heyecanla uyanıyorum ki! İsveç’te 1965’ten beri en soğuk kışmış. 12’den 3’e kadar hafif aydınlık, sonrası zifiri karanlık. O kadar yoruluyorduk; ama sabah olunca şarkı miksleyeceğiz diye sevinçle karşılıyordum.

           Hayatı durdurmak sana göre değil galiba?
Sıkılıyorum. Neden o zaman bugünü yaşadım diye düşünüyorum.

           Bunu düşünürken, payının o olduğunu da kabulleniyorsun…
           Yapabileceğiniz başka bir şey yok, en nihayetinde. Kendimize bir şey anlatamadığımız gibi, başka insanlara da kendimizi ne kadar anlatabiliyoruz ki? İkimiz de mavi olduğunu görüyoruz; ama ikimizin gördüğü mavi de aynı değil. Bir perde var altta ve biz üsttekilerle geçinip gidiyoruz işte. O mavi; ama nasıl bir mavi. Bilemeyiz, nokta. Buna kafa takmanın da bir anlamı yok.

          Bu albümde CemAli’den çok severek dinlediğimiz ‘Duymak İstiyorum’u coverladın. Ama şarkıya çok mesafeli yaklaşmış gibisin… Bütünleşmemişsin sanki… Önceki albümde Umay Umay’dan Hareket Vakti’ni böyle okumamıştın…
O, şarkıya fazla saygı duyduğum için olmuş olabilir. Güzel bir şey oldu bence; ama çok net söylüyorum CemAli’nin versiyonunu bin kere tercih ederim. Bu ‘Zamanımız yoktu abi, yapamadık’ da değil. Dünya kadar zamanımız vardı, yapamadık. O şarkı olmuyor. Ben o şarkı yüzünden prodüktör değiştirdim.

Neden vazgeçmedin peki?
Çok seviyorum çünkü. Orijinalini bilmeyin, gayet güzel gelir kulağa. Ama ben mesela Umay Umay’ın Hareket Vakti’ni de tercih ederim.

Bu albümde, kendini en iyi hissettiğin şarkı(lar) hangisi?
Hakikaten hepsini severek yaptım ve bitmiş 6 şarkı dışarıda kaldı.

Kağıt evler içinde/Ateş yakmak gibi ısınmak için/Sana gelmek böyle işte”… O kağıt evin tutuşabileceğini bile bile yapabilir misin bunu?
Hem evin yanacağını bilip hem de ısınmak istemek… Yakarım ya. Bir kere yaktım daha önce. Hep şimdi düşünüyorum.

Nasıldı?
Zordu… Ama çok güzel bir özgüven veriyor sonrasında.  Kendim için ‘Vay be’ dediğim tek andır. ‘Tam dört yıl oldu’. (Gülüyor-Şarkısının adıyla cevap veriyor.)

O şarkıda vurucu bir başka metafor da ‘iğne sessizliği’…
           Edip Cansever’in ‘Ben Ruhi Bey Nasılım’ında, Ruhi Bey bir kadına kafayı takıyor. Kadın terzide çalışıyor. Ruhi Bey de kapının önünde buna bakıp bakıp gidiyor. Bir de kötü niyetle baktığı için esnaf rahatsız oluyor ve bunu dövüyorlar hata. Ama terzinin içindeki sessizlikten etkilenerek, o metaforu koydum.

Bülent Ortaçgil der ya ‘Sessizlikte insan belki aradığını duyar/Ama her kulak işitmez’. Sen işitmeye çalışanlardan mısın?
Özeti odur zaten. Bir ülkenin geleceğiyle ilgili bir toplantının olduğunu düşünün; oradaki sessizlik anı aslında olayın gidişatını belirler. Sevgilinizle ilk kez dışarı çıktığınızda aklınızda kalanlar hep o sessizlikler olur.




Her doğum, bir sessizlikle başlıyor. Orhan Pamuk’un bahsettiği gibi bu sessizlikte belki ‘Şairlerin kulağına fısıldıyor Tanrı’…
Aynen öyle. İnsanların gerçek yüzlerini sessizliklerinde anlarsınız. Eğer elimde gitar ya da piyano yoksa, yazdığım şarkı sözüne bakmam gerekiyor, ölçüsü uyacak mı? Bakınca, ‘Ah’ oluyorsunuz ve onu duyuyorsunuz. Orhan Pamuk, inanılmaz güzel anlatmış. Alıştım Susmaya, bir anda yazdığım şarkıdır. Tam Dört Yıl Olmuş Dün de, sözle başlayan bir şarkıdır.

Son defa görsem seni/Kaybolsam yüzünde/Son defa yenilsem sana/Hiç anlamasan da..” 'Karşılaşmak’tan korktuğun zamanlar oldu mu?
Tabii canım. Onun zaten çekiciliği o. İstiyorsunuz ama karşılaşınca güvercin misali kenara kenara… Biriyle nerede karşılaşacağınız da bellidir.

Hayatında olmasa dahi, ona dairliğini kaybetmek de istemezsin galiba…
Yer Çekimli Karanfil geldi aklıma. Çünkü herkeste bir parçanız kalıyor, hakikaten. Laf olsun diye değil.

Onda kalan parçaların seni mutlu ediyor mu?
Onu bilememek heyecan veriyor. Ama bende kalanın dozajı fazlaysa kafayı takıyorum. Bencillik ama. Ayrılık da Sevdaya Dahil Durumu. Bencilce; ama böyle…

Bu şarkıda (Son Defa), kaybedilen sevgiliye “Bulabildin mi sonunda? Hep anlattığın o meşhur huzuru” diye soran adam, o huzura inanıyor mu?
Ben inanmıyorum. Semavi dinlerin bahsettiği kadar büyük bir huzurun dünyada olabileceğine inanmıyorum. Ben inanmıyorum; ama bir sürü inanan insan var.

           Geç kalmışlık hissi?
O hep var.

Söyleyemediğin için mi?
Evet, olabilir.

Reddedilme korkusu mu?
Hayır, o değil.

Yalnızlığı kaybetme korkusu mu?
Muhtemelen daha çok öyle…

Teslim olmayacak bir adam portresi çiziyorsun…
Röportajda ise çoktan teslim oldum (Gülüyor).

Ama bir yandan da çoktan teslim olmuş ve orada kalmak isteyen adam var…
          Mesele o zaten. Hem teslim olan, hem de bundan hiç hazzetmeyen bir adam. O, benim. Ama o geç kalmışlık duygusu, parmak ucu huzursuzluğu gibi bir şey. O hep var; ama ne olduğunu gerçekten bilmiyorum.

           İki albüm neresinde neler dinledin?
Bir ara Yasmin Levy’e fena halde kafayı taktım. O arada albümü yapabilseydim, çok daha farklı bir albüm olurdu bu. Bas bas ‘efkâr’ diye bağırırdı, sanırım. Sonra zevkim değişti benim. Yasmin Levy’den sonra gittim ney, kaval satın aldım. İki albüm arası, iki yıl olsaydı, bu albüm neylerin, kavalların havada uçuştuğu albüm olacaktı. Yasmin Levy, İspanyolların, Musevilerin, Türklerin bütün acılarını okuyor gibi. Ladino okuyor. Ne söylediğini anlayan belki çok az insan var; ama sizi teslim alıyor. Tekrar dönersem, gerçekten hissedeyim, yüzde yüz papaz arabesk bir albüm de yapabilirim, kriterlerime göre.

Türkiye’den kimleri dinledin?
Vallahi aynı isimler oldu. Feridun abi, Teoman…

Yasemin Mori ve Jehan Barbur?
Jehan Barbur’un albümü inanılmaz güzel bir albüm ve yeterince tanıtılamadı. Ama hiç de bir şey olmaz. Böyle devam ederse Barbur’u çok daha güzel yerlerde göreceğimizden hiç şüphem yok.

Geniş zamanlar yok’ diyenlerden misin sahiden?
‘No future’ bir funk felsefesi değildir. Orada, daha tasavvufi bir anlam var. Aynı suda iki kez yıkanılmıyor. O anlamda yapılan her şey geniş zamanlar için de yapılsa da, aslında öyle bir şey yok.

Bu kadar çok insanın gözleri ve kulağı sende olunca, üzerindeki yükün ağır geldiği, sendelediğin oldu mu?
Bunu düşünmüyorum. Hiç düşünmüyorum. Bir şarkı bitiyor, ‘Şu şarkıyla çıkalım’ diyorlar ve ‘Tamam’ diyorsunuz. Sonrasını bilemiyorsunuz. Aerosmith’in bir röportajını okumuştum. “Bira şişesi fırlatılmaya tenezzül edilecek grup bile değildik.” dedikleri dönemden çıkıp, en çok saygı gören gruplardan biri haline geldiler. Şöhreti tasarlamanın bir faydası yok. Ben, toplumsal düşüncelere sahip olamam. Nereden bileceğim? Mesela ‘Ailemizin rockçısı’ sözünden rahatsız oluyor musun, diye soruyorlar. Böyle bir kavramı düşünmüyorum ki! Çok büyük bir toplumsal gücünüz olur ve kanı oluşturursunuz. O, ayrı bir mesele. Ama evde şarkı yazıp kaydediyorsunuz. Gerisi için bir şey yapamam.

Senin de Teoman gibi bir gün her şeye sırtını dönüp, şeni ve çocuğunla anlamsızca denize bakmak gibi bir hayalin var mı?
Öyle bir hayalim yok. Teoman’ın öyle bir hayali olması da çok normal. Şurada durup anlatsa, herhalde ‘Evet abi, ben de yoruldum ve gitmek istiyorum’ derim belki.  Çok net anlıyorum, onun yorgunluğunu…

Feridun Düzağaç’ta da var gibi bu yorgunluk…
Ben de seziyorum. Hatta bunu biraz Mazhar abide de seziyorum bunu. Söylemeyim kim olduğunu, birisi söyledi bana ‘Bak çok yorulacaksın’ diye. Doğru olma ihtimalini düşünmüştüm.

1 yorum:

  1. tebrik ederim. güzel bir röportaj olmuş

    dvt.ayd

    YanıtlaSil