Tastamam eksik!

10 Ekim 2010 Pazar

Alper Görmüş röportajı

Bir dönem 'ev erkeği' olmak bile istedim

FATİH VURAL

Yayımladığı darbe günlükleriyle, yalnızca elini taşın altına sokmadı; aynı zamanda bir ülkenin gündemini baştan aşağıya değiştirdi. Hatta yargılamanın yolunu açacakken, yargılanan koltuğuna oturdu. Ödediği bedel bununla kalmadı, eski bir efsane (Nokta dergisi) onun elinde yeniden hayat bulmak üzereyken, çok uzun bir sessizliğe gömüldü. Yanında çalışan arkadaşları için aracı oldu ve geriye yalnızca kendisi kalınca, ertelediği hayaline, Kalkan’daki yalnız yaşamına geri döndü. Seveninin çok olması nedeniyle, sayılı günler için geldiği İstanbul’da yalnızlık lüksünü yaşayamasa da, bundan mutsuz değil. Ama o, Aktüel’e yazdığı portre yazılarıyla kimini mutlu, kimini mutsuz etmiş. “Alper- 40 Benzemez Yüz- Görmüş” pardon, “Alper Görmüş-40 Benzemez Yüz” ismiyle kitaplaşan portreler, yalnızca yazılana ayna tutmuyor. O, başkalarına tuttuğu aynadan, kendisini de ‘Görmüş’. Bu oyun, kendisini şımartmaya yetiyor!

-Kitaba konu olan portrelerin ayrımını siz mi yaptınız, yoksa yayıncınız mı?
Zaten Aktüel’de çıkmış portrelerin toplamı 42’ydi. Dolayısıyla kitap için bir seçim yapmak mümkün değildi. Tamamı yayınlanacaktı. Onlar 40 portre yapmak istemişler. 40 lafı da, ‘40 benzemez yüz’ü çağrıştırmış. Sonradan 42 tane portre olduğunu fark etmişler. Bu defa da isim değişmek zorunda kalacaktı. 40’ta karar kıldık.
 “Bu kitapta yer almasaydı da olurdu.” dediğiniz kişiler oldu mu? Ya da yazdıktan sonra size ‘asık yüzlü’ görünenler?
Bu sadece akılla değil, duyguyla da yazılmış bir kitap. Bunlar objektif portreler değil. Haksızlık da etmiş olabilirim. Önemli olan o kişi hakkındaki olumsuz düşünceleri de yazmam, sevmiyorsam da sevmediğimi hissettirmem.  Bu önemliydi benim için. Okuyucuya asık yüzlü görünen portreler olabilir. Demek ki ben, onlara çok kızmışım. Onlarla hesaplaşmak gerektiğini düşünmüşüm ve rahatlamışım. O nedenle böyle bir pişmanlığım yok.
Portre yazmanın şöyle bir tehlikesi de yok mu: Yazdığınız ile kendi aranızdaki hesaplaşmaya, okuyucunun tanıklık etmesi?
Samimiyet varsa, tehlike ve risk yoktur. Çünkü somut bir hata yaptığımda ve bunun bana bildirilmesinde özür dilerim ve bundan huzur duyarım. Özür dilemeye her şeyden önce affedenin ihtiyacı vardır. Ben, bunlara hazır olarak yazdım. Önemli olan yazdığım anda hissettiklerimdi.
Portresini okuyup, düşüncesini paylaşanlar oldu mu?
Tabii… Sevdiğimi açıkça belirttiğim insanlardan arayanlar olduğu gibi, çok ciddi eleştirdiklerimden de telefon aldım. Mesela Sezen Aksu’yla, bu portre sayesinde tanıştım. “Beni tanımadan, görmeden, bu kadar iyi bilen birinin olmasını çok tuhaf buldum. Ben sizinle arkadaş olmak istiyorum.” dedi. “Ne güzel, bu nimet benim için.” cevabını verdim.  Evine gittim, tanıştık. Sırf onunla tanışma imkânını verdiği için bile bu portrelere minnettarım. Cem Yılmaz aradı…
“Parasını kalabalıklar içinde kazanan; ama ‘eğlence’sini kimsenin olmadığı yerlerde arayan bir komedyen…”
Evet… Onun da hoşuna gitmiş. Komiklik yaparak, “Abi, tamam di mi; ben bu yolda devam edeyim.” dedi. (Gülüşmeler)
Peki ya, kendisini aklamak isteyenler?
Hayatta en kızdığım insan tiplerinden biri de, başarı peşinde koşan fakat çocuğuyla ilişkisinde başaramamış bir anne ya da babadır. Hatta “Bu mesele karşıma çıkarsa eğer, bu insanı da seviyorsam, ne yapacağım?” diye bir kaygım vardı. Abdüllatif Şener bunlardan biriydi. “Ben böyle biri değilim.” demek için aradı. Daha önce kimseyi, kendi hakkında yazdıklarından dolayı aramamış; ancak beni araması gerektiğini düşündüğünü söyledi. Ona dokunmuş. Kalabalıklardan uzaklaşıp, kendini geriye çekmek için AK Parti’den ayrıldığını düşünmüştüm. Hayatını basitleştirmeye karar vermesi çok değerliydi. Ama bir televizyon programında “Geri çekilmek, zannediyorum Türkiye’de ve dünyada ilk kez oluyor.” deyince şaşırıp kaldım. Telefonda bana “Ben böyle mi dedim?” dedi. “Aynen böyle söylediniz.” karşılığını verdim.  Benzer şeyi Alev Alatlı’da yaşadım. Şefkatle konuşur ya, “Ah yavrum, keşke biraz konuşabilseydik, yazmadan önce. Beni anlamamışsınız.” dedi. Ben de kendi algılamamın böyle olduğunu söyledim.

KUTU KUTU KUTU
İktidardan kaçıp ‘ev erkeği’ olmak istedim, hayat izin vermedi

-Bu kitapta bir sempatizanlık var. Kaçmayı becerebilenlere özellikle… Bu kaçış, iktidardan vazgeçme gücünü mü ifade ediyor?
Evet, o anlamda kaçış. Benim için iktidar, bir sınanma alanı. Onu terk edebilmek çok önemli bir değer. Ben insanları hep iktidar konumundayken sınarım ve acaba bir zamanlar sıradan biriyken izlediğim insanlar, yönetme konumuna yükselince ne yapıyorlar? Benim için çok eğlenceli bir oyundur. Maalesef, çok olumsuz örnekler gördüm. İktidara gelince, tuhaf bir insan haline geliyorlar. Mesela, geçici işsizlik yaşadıkları hallerini çok seviyorum. Ama iktidara geçince yine değişiyorlar… İlişkimi kesmiyorum; ama mesafe koyuyorum. Tüm bunları reddedip, huzurla yaşayabilen, her türlü maddi kısıtlamayı nimet gibi algılayabilen insanları seviyorum. 
-Bu sınavdan siz de geçtiniz. Muhabirinin yaptığı haberden ötürü hapis yatmayı göze alan bir editör olarak… Bu kadar adil olmanın karşısında ödediğiniz bedeli, o çok sevdiğiniz yalnızlığa kaçışa bir neden olarak gördünüz mü?
Evet, sen yavaş yavaş benim portreme girmeye çalışıyorsun (Gülüşmeler). Tabii, yapayalnız kaldığını hissediyorsun. Ayvalık’ta tamamen öyleydi. Gazetecilikten elimi, eteğimi çektim o dönemde. O zamanki eşimle anlaşıp, sorumlulukları terse döndürelim istedim. Kızım Eylül, ilkokula başlayacaktı. Şöyle bir anlaşma yaptık: “Ben ‘ev erkeği’ olayım, evin bütün sorumluluğu bende olsun: temizlik, bulaşık, çocuğu okula götürmek… Sen de para kazan.” İngilizce öğretmeniydi, özel dersler verecekti. Ben hayatımı böyle huzurla geçirmeye hazırlamıştım ve uygulamaya da koyduk. İktidarın içine girmeyecektim. Ben her şeyi mükemmelen yaptım; fakat Figen yeterince iş bulamadı. Sonuçta aç kalmamak için 3 yıl sonunda geri dönmek zorunda kaldık. Kötü bir histi o. Aktüel’in yayın yönetmenliğinden ayrılmıştım. Kabul edemeyeceğim bir duruma sürüklenmiştim. Ercan Arıklı’ya ayrılmak istediğimi söylediğimde “Manyak mısın? Ne tuhaf adamsın.” demişti. Hakkım olmamasına rağmen,  bana tazminat verdi. Ayvalık’a bu kararlılıkla gittim.  Orada hiç beklemediğim ve unuttuğum bir röportajdan -ki Reha Mağden yapmıştı, onun hakkında dava açmayı unuttular, beni unutmadılar- hapse girdim.
Ayvalık ve hapis macerasının ardından İstanbul’a nasıl biri olarak döndünüz? Daha mı kırılgan, yoksa daha mı güçlü?
Kendi hayatı üzerinde düşünen bir değilim. Ben biraz plankton gibiyim. Mesela hâlâ neden İşletme Fakültesi’ne gittiğimi bilmiyorum. Saçmaydı; 12 Eylül’den sonra yaptığım işlere bakıyorum; halıcılık, çiçekçilik, kitapçılık, elektrik malzemesi satıcılığı… Ne alâka diyorum.
Öncesindeki Aydınlık macerası neler kattı size?
Ben bir defa o politik dönemin pişmanlığını hiç duymadım. Bende sadece bir düşünsel ve ideolojik bir hesaplaşmaya yol açtı, o. Ve bugün baktığımda aslında o zamanlar içinde bulunduğumuz iyimserliğe hiç yer olmadığını görüyorum. Sonuçta birisi gelip, kılıçla kesecekmiş. O tartışmalar, o sorumluluk duygusu, bana çok şey kattı. O günlerinden pişmanlık duyan arkadaşlarımın şimdiki hayatları da kötü. Benim oluşmamda o günler olumlu rol oynadı; ama ideolojik ve politik eleştirim olumsuzdur, o ayrı. Siyasete fanatikçe inanmanın getirdiği handikap olsa da, oradan Oral Çalışlar, Alev Er, Gülay Göktürk gibi gazeteciler çıktı.
-Nokta’yla tanışmanız bu anlamda sıkı bir ideolojik bakıştan, sıkı bir düşünselliğe kayış mıydı? Yani cemaatten kopuş…
Tabii, tabii… Çok politikmiş gibi görünen, apolitik bir dönemdi, o. O kadar daralmış ki her şey; insanlar politik olandan bıkmıştı. Kendilerinin sonlandıramayacağı bir şey vardı; birilerinin gelip sonlandırmasını istiyorlardı ve sonlandırdı. O dönem bitince garip bir apolitizasyon başladı. Hayatın sadece politikadan ibaret olmadığını; edebiyatın, sanatın, doğanın, aşkın olduğunu gördü insanlar. Nokta’yı çıkaranlar gibi okuyanlar da, hayatın o politik darlığından çıkabilmiş, yaşamak isteyenlerdi. Ben de, o politik sıkışmayı kendine itiraf edemeyenlerdendim. Nokta’yla o açılım bana da iyi geldi. Bahsettiğim garip işleri yaparken, Gülay Göktürk, “Ya sen ne yapıyorsun. Bu işler sana göre değil. Nokta’ya gelsene.” demese, böyle bir tecrübe yaşamayacaktım.  
-Yalnızlık, politik yüzleşmenin sonucunda mı çıkageldi?
Kalabalıklardan uzaklaşmak, benim karakterimin bir parçası. Söylediğinin payı olabilir; ama yalnızlığı sevmemin ve onunla yaşamak istememin de bunda büyük payı var. Çocukluğum da böyle geçti.
-Yalnızlığı bu kadar severken, babalık zor bir sınav olmadı mı?
Şu ana kadar ki en zor soru (Gülüyor)! Yalnızlığını sevmek kadar güçlü olmayan duygularım da var benim. Belki de ondan da güçlü. Mesela bunlardan biri, kız babası olmak. Evlendikten hemen sonra kız babası olma duygusu çok güçlüydü. Yalnızlık arzumu 20 yıl erteleyebileceğim bir duyguydu. Eylül’ün ilk yılları müthiş bir dönemdi benim için. Bu bende herhangi bir travmaya yol açmadı.
-Peki evlilik bitince? Bu sefer kendinizden de geçip, kızınızın yaşaması muhtemel travmaya odaklanmak, yükünüzü ağırlaştırmadı mı?
Eylül 10 yaşına kadar aile hayatı yaşadı. O, 3 yaşındayken ayrılmamız gerekseydi, ertelerdim sanırım boşanmayı.  Ben de yaşadım; sürekli iyi giden anne ve babanın birlikteliği daha zordur. Çocuklar ne olup bittiğini anlayamaz. O travmayı, sürekli birlikte olarak yendik. Eylül 16-17 yaşına kadar bana yapışıktı.  Annesiyle ilişkimizde hiçbir problem olmadı. Demin unuttum sormayı, sen benim gerek Aktüel, gerekse Nokta zamanında köye yerleşmemi nasıl algılıyorsun?
-Bunun planlanmış bir şey olduğunu biliyorum. Ama kaçış da var. Kendinize alternatif bir yaşam alanı açmışınız. Kalkan’a gidişiniz yalnızlığı tetikliyor; ama size güç de veriyor, sizi besliyor. Bu geliş-gidişleri her an yapılabilir hale getirmeniz ilginç. Yeter ki buna değecek, bir idealizm içersin.
Şimdi tamam. Evet, doğru. Herman Hesse, “Biz okumuş-yazmışlar kendimizi fazla önemsiyoruz. Zannediyoruz ki, eleştirilerimizle sistemde yara açıyoruz. Ama bir yandan sistemin de bir vicdanı var. Okur-yazarlar eleştiriyi bırakıp, şehirleri terk etseler, basit insanlar haline gelirler. Kapitalizm asıl bundan yara alır.” diyor. Burada önemli bir şeyler sezdiğini düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder