FATİH VURAL, KÖKSAL AKPINAR
Ünlü modacı Cemil İpekçi, Aksiyon’a verdiği röportajda; Türkiye’deki şeriat korkusunu eleştirirken; Cumhuriyet Mitinglerine de şu göndermede bulunuyor: “Cumhuriyet yürüyüşleri yaptılar, ellerinde bayraklarla… Yahu zaten cumhuriyetiz. Telli turna şarkıları söyleyen bir buçuk milyon insan toplandı. Kahkahalarla güldüm televizyonda. ‘Biz cumhuriyetiz, şeriat tehlikesi gelecek’ diye o kadar insan bir araya geldi. Şeriat tehlikesi var; demek Türkiye’ye hakarettir.” Türkiye’de başörtülülerin üniversiteye girmesine “Onlar üniversiteye girse şeirat mı gelecek yani?” yorumu getiren İpekçi; Kafes Planı’nda yer alan senaryonun da bundan bağımsız görülemeyeceğini belirtiyor.
-Cemil İpekçi'ye göre Türkiye'nin en büyük sorunu ne?
Türkiye’nin en büyük sorunu, bence Atatürk’ün ölümünden sonra başlıyor. Atatürk çağdaş olun demiş, kökünüzü unutun dememiş. En kötüsü de Atatürk’ün ölümünden sonra yaşanan faşizmdir. Sanki biz gökten inmiş insanlarız, hiçbir geçmişimiz yok ve bir sürü şeyler ayıp haline gelmiş. Kimliksizliğimiz en büyük sorun olmuş. Çağdaş olma ile kimliğini kaybetmek arasında çok büyük fark var.
-İnönü dönemini mi kast ediyorsunuz?
Evet, kesinlikle! 1938-1950 arası İnönü ile başlayan Varlık Vergisi... Bundan daha faşist bir olay olabilir mi? Türkiye’deki ilk ayrımcılıktır bu. Bugün Kürtler diyorsunuz; o gün de gayri müslimlere veyahut da farklı inanışta olanlara yapılan zulmü düşünün. 6-7 Eylül olaylarıyla İstanbul’da tam bir faşizm yaşanıyor. Dünyanın en muhteşem şehrini paramparça ediyorlar.
CHP’nin adını bile anmak istemiyorum
-Bugünkü iktidarı AK Parti’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yüzde yüz başarılı mı, evet diyemem. İki defa üst üste seçilebilmek gibi Allah’ın lütfuna erişmiş olma şansını tam anlamıyla kullanamıyorlar. Ama AK Parti’nin dış politikada yaptıklarını bugün hiçbir hükümet yapmadı. Rusya ile bile vizeyi kaldırtıyor. AK Parti’ye oy verenlerin çoğu kadınlardı ve kadınlara verilmiş sözler var. Başörtüsü gibi... Sivil bir anayasayı yapabilme hakları da var. Milletvekili sayısı yeterli bu anlamda. Anlayamadığım tek bir şey milletvekilliği dokunulmazlığını neden kaldırmadı. Bu dokunulmazlık kaldırılmadan mümkün değil, hakiki demokrasiye geçebilmemiz. Yüksek yargı üyelerinin de bürokrasinin içinde kim varsa hepsinin dokunulmazlıkları kaldırılmalıdır. Bir de düşüncenin artık bu ülkede suç unsuru olmamasını istiyorum. Ben Nazım Hikmet’i 14 yaşında mum ışığında okudum, yakalansaydım coplanmıştım. Blue jean giymekle, saçınızı jölelemekle, topuklu ayakkabılar, mini etekler giyinmekle çağdaş olamazsınız. Atatürk’ün bir lafı var, 'Beni methetmeyi bırakın, siz ne yapacaksınız onu söyleyin'.
-Sizce Atatürk yaşasaydı, bugün AK Parti'ye nasıl bakardı? CHP’nin baktığı gibi mi?
CHP’nin adını bile anmak istemiyorum. Çünkü Varlık Vergisi'ne uğramış bir baba tarafım var. Eski Emek Sineması bizimdi, 24 saat içinde elimizden alındı. İnönü’nün zaten hayatımda olabilmesi mümkün değil. Sayın Deniz Baykal’ın da muhalefet yaptığına inanmıyorum. Sen CHP olarak ne yapıyorsun? AK Parti’yi yargılamak CHP’nin haddine değil. AK Parti için 'memleketi satıyor' diyorlar. Bütün o televizyonlarda bunu konuşanların Nice'te, Cannes'da evleri var. Sen cebine para koyup Londra’da ev alacaksın; ama İngiliz gelip burada ev alamayacak. Sen gideceksin Avrupa’da camii açacaksın, Kur’an kurslarını açabilirken, adam gelip burada kendi okulunu açamayacak. Bu faşizm değil de nedir? ABD’de ve Avrupa ülkelerinde şirketlerin yüzde 60’ı yabancılara ait. Dünya bu kadar globalleşmişken, Ak Parti’ye ‘memleketi sattı’ demek çok yanlış.
Cumhuriyet Mitingleri’ne kahkahayla güldüm
-Türkiye’de milletvekillerinin dokunulmazlığı var ama Türkiye’de ‘dokunulamayan kurumlar’ da var. Cumhuriyet rejiminin çok önemli özelliklerinden biri de bugüne kadar gelen asker-sivil-bürokrasi. Halkın kendi iradesiyle çok ciddi problemleri olduğunu yakın tarihte gördük. Neden?
Tek başına askeri suçlayamazsınız. Çünkü bu ulus, her başı sıkıştığında askeri çağırdı! Demokrasi hediye edilmez, laiklik de hediye edilmez size. Biz kurtuluş savaşı verdik, demokrasi ve laiklik savaşı vermedik. Her başımız sıkıştığında, ‘asker gelsin’, ‘irtica geliyor, hadi asker gelsin’. Her fırsatta askeri suçlayamazsınız. Biz milletçe hayır demeyi bilmeyen, ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ diyen bir milletiz. Cumhuriyet yürüyüşleri yaptılar, ellerinde bayraklarla… Yahu zaten cumhuriyetiz. Telli turna şarkıları söyleyen bir buçuk milyon insan toplandı. Kahkahalarla güldüm televizyonda. ‘Biz cumhuriyetiz, şeriat tehlikesi gelecek’ diye o kadar insan bir araya geldi. Şeriat tehlikesi var; demek Türkiye’ye hakarettir.
- Bu kavram neden bu kadar korkunç geliyor?
Korkutulmuşuz da ondan.
-Korkuyu kimler besliyor?
Menfaatleri, maddi çıkarları olanlar. Çünkü komünizmden de korkutularak, belli bir kesim paraya para demedi.
-Kim o kesim?
Sanayicisi, iş adamı, Avrupa... Asker-sivil bürokrasinin de bunda payı var. Çünkü komünizm bitti, Ermeni davası, Asala başladı. Asala ile baş edemediler, arkasından şeriat çıkardılar. Her dakika bir şey çıkarıyorlar. Korkutacak, milleti bölebilecek bir şey çıkarıyorlar. Günden güne aptallaştırılıyoruz.
-Atatürk’den sonra Türkiye’nin yeni döneminin başlatıcısını Turgut Özal olarak görüyorsunuz…
Evet, Özal ile başlamış bir açılım savaşı olduğunu görüyorum. AK Parti’nin de bunu çok iyi bir şekilde devam ettirdiğini fark ediyorum.
-Türkiye’de bir kesimin rejimi sahiplendiğini ve kendi dışında kalanları da ‘ötekileştirdiğini’ düşünüyor musunuz peki?
Tabii düşünüyorum. Saray gibi. Şöyle düşünün, bir gün içinde cumhuriyete geçiyorsun, bir gün evvel kölelerin var. Aynı şey Avrupa’da olmuş. Benim annem ağlardı hep, ‘fakir dönemimizde doğdunuz’ diye. Evde tam 22 adam çalışıyordu. Annem doğduğunda sadece köşkün içinde 80 kişi çalışıyormuş. Böyle bir kesim birden bire bir Cumhuriyet insan hakları, işçi haklarını kaldırması zor. Aristokratlar da Fransa’da Cumhuriyeti kolay kabul etmediler.
-Ordunun bugüne kadar yaptığı müdahalelerde kusuru yok mu?
Biliyorsunuz ki Atatürk de askerdi. İlk kurulan hükümet, askeri hükümeti değil; ama askerin mevcudiyetinin çok güçlü olduğu bir hükümet. Askerin Kurtuluş Savaşı’nı vermesiyle kendinde bulundurduğu bir gücü var. Asker kurtardı diye halkın askere sığınması var. Oysaki orada sadece asker savaşmadı, halk da savaştı. Askerde bu durumu bilinçli veya bilinçsiz bir vazife haline getirdi. Komünizm serbest bırakıldı diye komünist mi olduk? Başörtülüler üniversiteye girmiş olsa şeriat mı gelecek yani.
-Büyüsünü kaybeden dünya, yeniden onu mu arıyor?
Büyüsünü kaybetti; ama bir taraftan da yeni bir şey oluşuyor. Bundan 20-30 yıl sonraki dünya çok daha sevgi dolu bir dünya olacak. Çünkü bu süre içinde dünya çok büyük bedeller ödeyecek. Savaş gibi, zelzeleler, sel felaketleri gibi. Bunun ardından çok daha barış ve sevgi dolu olacak. Buna dünya kendi kendini hazırlıyor ve dünyanın ilk kıyameti değil bu. Ama biz şu anda çok iyi bir dönemde miyiz: hayır.
-Dünyayla birlikte insanın da sınırları kalkıyor mu? Liberalleşmeye rağbetin bununla bir ilgisi var mı?
Amerika’nın hiçbir şeyini sevmiyorum ama bir şeyini çok seviyorum: sınırların kalkması. Mesela Avrupa Birliği kendi kendine kurulmadı. AB’nin kurulması çok seneler evvel alınmıştı. Çünkü AB kurulacak, o Uzakdoğu dediğimiz Asya birliği kurulacak, Afrika birliği kurulacak ve Amerika Birliği kurulacak. Bu dört birliği tek birliğe indirmek çok kolay. Dünyada sınırlar kalkacak, tek para birimi olacak. İnsanların birbiriyle karışması yani dünya vatandaşlığına doğru gidilecek.
-Türkiye’de liberalizm ile muhafazakarlık birbirine çok yaklaştı. Özellikle de özgürlükçülüğü savunmak anlamında… Bu minvalde Anayasa’nın değiştirilmesinin çok önemli olduğunu söylediniz. Anayasayı, yüzde 47 gibi bir iradeyle gelseniz dahi ne yazık ki değiştiremiyorsunuz. Çünkü statüko buna izin vermiyor.
AK Parti çok daha stratejik bir şeyler yapmalı. Mesela ben Tayyip Bey’in Baykal’ın her söylediğine cevap vermesini tasvip etmiyorum. Ben hayatında arkasından en çok laf söylenen adamım. Ben bildiğimi okurum ve yürürüm. Ha önüme çıkarsan, seni nasıl önümden kaldırırım ona bakarım. Ama burada havlayanlara dönüp de cevap vermekle vakit geçirmem. Mecbur değilsin muhalefete her dakika cevap vermeye. Anayasa değiştirmenin haricinde AK Parti’nin kendisinin yapabileceği kanunlar var.
Türkiye’de her dakika darbe planı yapılıyor
-Bu kanunlar arasında askere siyaset hakkı tanıyan İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesini de sayıyor musunuz?
EMASYA’yı nasıl kaldırdılar? 2 tane imzayla EMASYA ortadan kalktı. Bence bugün bir sürü şey de yapabilir Tayyip Bey. Bugün artık Türkiye bunlara hazır.
-16 milyon seçmenin oy vermiş olduğu bir partiye, sadece Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın kapatma dava açabilmesi mümkün. Bu gerçeği nasıl karşılıyorsunuz?
Kesinlikle parti kapatmayı zorlaştıracak değişiklikler yapılmalı. AK Parti’nin bunu değiştirme hakkı var elinde. Şu anki çalışmaları da bu minvalde olduğunu düşünüyorum. Yani önündeki olan engelleri nasıl kaldırabilecek ona bakıyor. Bir referandum ile bence halk sivil anayasaya evet diyecektir. Bugün sağcısı da solcusu da, radikali de ateisti de, hiçbirimiz 80 anayasasını istemiyoruz.
-İnisiyatiflerini kaybedecek bir sınıfta yok mu burada?
Çok az. Zaten senelerdir hepsi idare etmiş. Bu düzenden rant sağlayanlar sınıfı. Muhakkak ki, derin devlet diye konuştukları bir şey var ve onu ben büyük para kazanan sınıfların içinde ararım.
-Sizce rejim değişiyor mu, tekamül mü ediyor?
Tekamül ediyor. Aslına, adı konmuş şekline geliyor. Türkiye Cumhuriyeti laiktir ve demokrattır. Oraya oturacak. Şimdiye kadar Türkiye sadece cumhuriyetti. Ne laikti, ne demokrat! Nereye laiksin ayol, Ruhban Okulu’nun açılışına müsaade etmiyorsun; sen gidiyorsun Hollanda’da Kur’an Kursu açıyorsun. Böyle bir laiklik olabilir mi? Malezya deyince, herkes bana kızdı. Sultanlıkla idare ediliyorlar; ama bizden çok daha laikler. Neden laikler söyleyim. Malezya halkının yüzde 55’i Müslüman, yüzde 25’i Budist, yüzde 20’si Hıristiyan. Malezya’da Çin yılbaşısı da resmi bayram, Hint yılbaşısı da resmi bayram, İslam yılbaşısı da resmi bayram. Al sana laiklik! Diyanet işleri Başkanlığı’nın da kesinlikle kapanması lazım. Laik bir ülkede diyanet işleri olamaz.
-Peki nasıl olmalı?
Osmanlı’daki gibi vakıf sistemi olmalı. Bizim ‘Nafi Baba’ tekkemiz vardı. Elimizden alındı. Hakkımız yok çünkü Tekke ve Zaviyeler Kanunu’na göre. Anneannem, anneannemin kız kardeşleri, büyükbabam tekkede yatıyorlar. Ben anneannemin sandukasının üzerindeki örtüyü bile değiştiremiyorum. Annemin koynuna annemi gömemedik. Bunun için özel imzalar gerekiyor. Böyle bir şey olabilir mi?
-Türkiye önemli bir süreçten geçiyor. Özellikle Ergenekon davası ile beraber o süreci daha da hissediyorsunuz. Sizin bu davaya bakış açınızı nedir?
O yerden çıkan silahları görünce şoklara girdim. Çünkü çıkan silahlar da garip çıkıyor. 20 tüfek, 10 tüfek, 5 tabanca, 2 çuval mermi. Bir sürü insanı içeri aldılar, tepkiler gösterildi. Dünya üzerinde şunu da çok iyi biliyorum ki, polisten geçerken hiç komplekse girmem: Ben Cemil İpekçi’yim niye beni arıyor diye. Dünya üzerinde en umulmayacak insanları kullanırlar karanlık işlerde. Bu davayı biraz daha anlamak istiyorum.
-Ortaya çıkan darbe planlarını?
Asker birçoğunu kabul etti o planların.
-Askerin bunu kabul etmesi sizce hala darbe planlarının yapıldığını gösteriyor mu?
Şunu çok net söylüyorum. Darbe planları her dakika yapılıyor. Bunları sadece ordu yapmıyor. Sivillerde var bunun içinde. Bir sürü sivilin elinden gelse darbeyi yapar.
-Kimdir onlar?
Başarısız muhterisler. Kendi hayatlarında bir şeyi başaramamış insanlar devamlı darbe yapmayı, devamlı bir şey değiştirmeyi böylece kendilerinin güçlü olduklarını hissederler.
İpekçi ailesi, çok muhafazakâr bir aileydi
-Muhafazakarlar neden sizin söylemlerinizi ilgiyle takip ediyor?
Ben de çok acı çektim. İki dinden avare bir çocuk gibi yetiştim. Çünkü baba ailem çok Avrupai. Babaannemin yüz sene evvel resmi var Venedik’te; saçlar yapılı ve dekolteli… Fransızca konuşan, kendisini suyun öteki yakasında gören… Anne tarafımda son derece alaturka, ağdalı… Ayakkabı çıkarılarak eve girilir, dayının önünde ayak ayak üstüne atılmaz, el öpülür.. Hep ‘siz’ diye konuştuk ve benim ruhum ona çok müsaitmiş mesela. Çünkü Osmanlı’nın o ağdalı terbiyesi çok hoş geldi. Çünkü bu benim 700 yıllık kimliğim. Ben yurt dışında da öyle yaşadım. Bayramımı evvelden söylerdim ki, beni tebrik edebilsinler. Bayram günlerinde yalnız olduğum için muhakkak yabancı arkadaşlarıma evde yemek verirdim.
-Kendinizi gerçekten muhafazakar görüyor musunuz?
Evet, kesinlikle. -Sizce Türkiye’nin değişim dinamiği içinde muhafazakarların yeri ne?
Türkiye’yi, bu toprakların insanı olduğundan ve Osmanlı köklerinden gurur duyan insanlar kurtaracak. Batılı kopyaları bu memleketi daha çok batıracak. ‘Ben Avrupalıyım, Batılıyım’ deyip kendine ve milletine hakaret eden insanlar, bu memleketi batıranlardır.
-İpekçi ailesi ne kadar muhafazakardı?
Hepimiz çok muhafazakârdık. 22 yaşındaydım, babamlar iflas ettiği zaman. FİTAŞ, Dünya sinemalarını kaybettiğimiz zamandan bahsediyorum. Maçka Palas’ın kenarındaki Başarı Apartmanı’dır bizim İpekçi Apartmanı. Kapıcımız vardı Ömer Efendi, bayramlarda ve kandillerde tüm apartmanın çocukları aşağı inmeye onun elini öpmeye mecburdu. Cemile Hanım’ın elini öpmeye mecburduk. Benim annem babam altı yaşında ayrıldılar, babaannem büyüttü beni. Evde; Vera adında Selanik’ten gelirken yanında getirdiği Rum, Satimik isimli Ermeni ve Hatçe diye üç kişi çalışıyordu evde. Onların ellerini öpmeye mecburdum. Hayatımızda hiçbirimiz Ömer Efendi’ye veya Cemile Hanım’a asla ‘sen’ diye hitap edemedik. Ablam 14-15 yaşındayken, çantasına ruj koymuş apartmandan çıkmış Maçka Palas’ın oraya doğru gidiyor orada ruju sürüyor. Ablamı görüyor rujla hemen Ömer Efendi mendilini çıkarıyor ve dudağını siliyor ve eve geri getiriyor. Gıkımız çıkamazdı. Bütün İpekçi ailesinde bu vardır. Evlerimizde en az 2-3 adam çalışıyordu. İlk önce personel yemek yer, sonra biz yerdik.
-Bu adap nereden geliyor?
Yüzyıllardır devam eden bir şey bu. Evde çalışan insanın sana aç karnına hizmet etmemesi lazım ki kendini değerli bulsun. Şu an şaşırıyorum ben yeni insanlara mesela, hizmetçiye ayrı yemek yapıyorlar, kendilerine ayrı. Köşklerde yalılarda oturuyorlar bir bakıyorsunuz personel yemeği diyorlar. Böyle bir şey İpekçi Ailesi’nde olamaz. O buzdolabında biz ne yiyorsak, aynısını personel yiyordu. Bütün personelimizin çocukları hepsi ailelerimiz tarafından okutulmuştur. Şu anda inanın, sayısını bilemeyeceğim kadar mühendis, doktor, avukat olmuşlardır. Zengin olmanın da muhafazakârlığı vardı. Biz de bütün ölçüler bittiği için Türkiye mahvoldu. Adam şunu diyor: “Bununla mı oturacağım masada, soyu kim, sopu kim?” İçimden diyorum ki, “Senin soyun sopun kim? İki tane hayali ihracat yapmışsın, baban para kazanmış Reina’larda, Laila’larda kıç kıvırmışsın, ‘sen kimsin’ diye soruyorsun. Bir defa Kuran’ı Kerim’e göre zengin de olsak, bu kimdir deme sahip değiliz.
Varlık Vergisi mağdurları olarak AİHM’e gitsek bu ülkeden büyük tazminatlar kazanırız
-AK Parti döneminde birçok ihaleyi aldığınız yönünde eleştiriler yükseliyor… Cemil İpekçi’ye verildiği eleştirisi ne söyleyeceksiniz?
O laflara sokakta köpekler havlar. Ben eğer THY ihalesini alsam ne kadar biliyor musunuz? Sadece bir uçak bölümü 17 trilyon. Yeri de koyun 14 trilyon. Postacıları koyun 20 trilyon. Benim şu an 60 – 70 trilyonum olurdu. Şu sıkışıklık dönemde de hiç çalışmazdım, Bodrum’da sefa sürüyor olurdum. Bir defa ihale alabilmek için senin fabrika olman lazım. 4 tane elemanımla mı dikeceğim, o kadar kostümü. Ben sanat danışmanlığı yaptım bir ücret karşılığında. THY’de çoğunu da zaten ‘pass bilet’ olarak ödedi. Bunu söyleyenler, ‘beni seçmeliydi’ dediler. E seni mi seçecekti kardeşim? 39 senesini vermiş, etnik tasarımcı olarak 370 tane ödül almış birisi yerine; ‘ben liseyi kopyayla geçtim. Ömrümde 10 kitap okumadım. Kitap okumayı hiç sevmem’ diyen seni mi seçeceklerdi? Kopya çektiğin çok belli! Padişahların elbiseleri, Atatürk’ün kostümü olmasaydı bir şey olamayacaktın.
-Başörtüsü sorununa duyarlı bir insan olarak, Emine Erdoğan’ın GATA’ya alınmaması ile ilgili ne düşündünüz?
-Neden yoktu?
Başörtülü diye. Ağlamak geldi içimden. Çünkü aynı Başbakan’ın eşi Beyaz Saray’a gittiğinde kapılar açılıp giriyor. Kendi ülkesinde orada olamıyor. Yüreğim var ya acıdan kıvrandı. Kalbimde yumruk tıkandı. Memleketime bu kadar büyük bir hakaret olamaz. Emine Hanım’ı sen o defileye nasıl almazsın kardeşim? Nasıl faşist bir kanundur bu? Şunu öğrenmeyi çok istiyorum. Bizim rejimimiz nedir? O zaman rejimimizin adını koysunlar ve rejimimizi bilelim, ona göre hareket edelim. Desinler ki, bugünden itibaren bizim rejimimiz budur.
-Genelkurmay Başkanı bu konuyla ilgili ‘Keşke yaşanmasaydı’ dedi. Tatmin oldunuz mu?
Hayır, olmadım. Gazeteye açıklamasını beklemezdim. Emine Hanım’ı ziyaret edip bizzat özür dilemesini beklerdim. Bunu asker olduğu için değil, bir erkek olduğu için beklerdim. Bir beyefendilik olarak beklerdim. Bir erkeğin bir hanımdan özür dilemesi küçültmez o erkeği, Genelkurmay Başkanı olsa bile. Millet seçmişse, hepimiz saygı duymak zorundayız. Onun inanışı onun o hali beni alakadar etmez. Ama ne demek yani bir Başbakan’ın hanımını hastaneden geri çevrileceksin kaldı ki, hasta ziyareti bu.
-Siz de bu ülkede aile olarak Abdi İpekçi’yi siyasi bir cinayete kurban verdiniz. Bugün artık bu insanlar bir araya gelip, bu cinayetlerin bir ideolojisi olmadığını söyleyerek, Meclis’ten araştırma komisyonu kurulmasını istiyor…
Bugün artık geriye dönüş yok. Biliyor musunuz ki, Varlık Vergisi’nden mağdur olanlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitsek davamızı kazanırız. Hepimiz terbiyeli duruyoruz. Yoksa Türkiye bize bu bedeli şakır şakır ödemek zorunda. Devletin, askerin ya da kimin yaptığı beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren tek bir şey var: bu memleketi, halkı uyutarak birileri çatır çatır idare etmiş. İnsanları da öldürmüşler ve yok etmişler. Bu öldürülenler bildiklerimiz; bir de bilmediklerimiz var. Bundan sonra ikiye ayrılsalar hesap verecekler. Belki benim jenerasyonum bunu görmeyecek. Ama yirmi yaşında olanlar bunu görecekler. Türkiye eski Türkiye olmayacak.
-Sizce neden 2009 Nisan’ında hazırlanan bir planla hala 6-7 Eylül olaylarının benzeri bir senaryo oluşturuluyor?
Sözde şeriattan, irticadan korkuluyor. Onu yok etmek için ne yaparsınız? İnançlı insanları, gayrimüslimlere saldırtmak için her yolu denersiniz, sonra da “Gördünüz mü irticacılar bunları da kesmeye başladılar.” dersiniz. Bunu çocuğa bile sorsanız matematiği budur. Diğerini yok etmeye kalkmak; hedef göstermenin en kolay yolu budur. Aynı zamanda faşist olduğunuzdan, onları kesmenin tadını da yaşarsınız. Çok konuşuyorum, belki beni de bir gün alıp götürebilirler. En azından artık konuşulan bir Türkiye olduğu kesin. Bu da demokrasinin bir adımıdır. Eşcinseli, kadını, türbanlısı, türbansızı herkes inebiliyor artık sokağa. Bu aslında şuna benziyor. 600 yıl ağzınız kapanmış derken, Cumhuriyet kurulmuş bir bant daha konmuş. Derken Turgut Özal döneminde bantı çıkarmışlar. Birisinin ağzını bir ay bantlasanız açtıktan sonra 5 saat konuşmaz. Önce ha ha diye fısıldar, sonra da avazın çıktığı kadar bağırır. Sonra da küfretmeye başlarsın. Bir gün sonra da düzgün konuşmaya başlarsın. Biz küfür etme döneminde değiliz daha, bağırıyoruz sadece. Bir de bunun küfür dönemi gelecek, kavga dönemi de olacak sonra konuşma dönemi başlayacak ve bir daha da ağza bant falan koyamazsınız.
-Geçtiğimiz yıl Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos Ekonomik Forumu’nda İsrail Başbakanı Şimon Perez’e yönelik çok önemli bir çıkış yaptı. ‘One minute’ diye tarihe geçen bu çıkış hakkında ne düşündünüz?
Bayıldım. Ahhh ahhh görmeliydiniz. Fransız sokağında pencereyi açıp çığlıklar attım: ‘Tayyip’im benim. Güzel Tayyip’im, Kasımpaşalım benim.” diye. İlk defe bu kadar gurur duydum. Çünkü Tayyip Bey’i bu yüzden çok seviyorum. Biz sümsük bir millet değiliz kardeşim. Bugüne kadar bütün cumhurbaşkanlarımız, başbakanlarımız Avrupa’ya gidip el pençe divan durdular. Ben Tayyip Bey’in Bush ile ilk buluşmasında gösterdiği tavırdan çok mutlu olmuştum. Benim kendi kimliğim de bu. Avrupa’daki Türklere de çok sinirleniyorum. Bir günlüğüne bütün orada yaşayan Türkler paralarını bankadan çekseler mahvolacaklar o Avrupalılar, sürüm sürüm sürünecekler. Hala biz bir araya bu şekilde gelemiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder