Tastamam eksik!

18 Aralık 2011 Pazar

Ferhat Barış 'nefretin ordusu'nu sorguluyor




Daha önce yazdığı Maskeli Balon kitabıyla oldukça ses getiren Ferhat Barış, yeni kitabı Vaizi Vurun'da Türkiye'deki İslamofobiyi ve Fethullah Gülen düşmanlığını masaya yatırıyor.
***
Ferhat Barış, Maskeli Balon kitabının sonunda 'Yine Gelecekler' derken, devamında şunları yazıyordu: "Gecenin karanlığında bağırdılar, gökyüzüne doğru... Tamtam çaldılar saat başı... Yüreklere korku salıp, kitapları yaktırmak, anıları sildirmek, aynaları kırdırmaktı amaçları..." 10 yıldan fazla bir süre geçse de, bu betimlemeler geçerliliğini kaybetmedi. Ancak ne o tamtamların sesi, eskisi kadar gür ne de yürekler, salınmak istenen korkuların karanlığına teslim olacak kadar korkak ve ümitsiz! Halk iradesinin, 'seçtirilmişlerin' iradesinin üzerine çıkması ya da 'seçen' ve 'seçilenlerin' gerçek düzlemine oturmasındandır ki Türkiye'de artık kitaplar yaktırılamıyor.

Değil resmi tarihin emir buyurduğu üzere anıların silinmesi; Dersim, Maraş, Çorum, Sivas katliamları gibi silinmek istenenlerin hatırlandığı, adı konmuş veya konmamış darbelerin hatta buna niyet edenlerin üzerine en fazla gidildiği dönemde nefes alıyoruz. Resmi tarih gibi, devlet dediğimiz iktidar aygıtının bağırsaklarının temizlendiği bir süreçte Ferhat Barış, 'Vaizi Vurun-Nefretin Ordusu&Kötülük Şirketi' kitabıyla, bu sürece nasıl geldiğimizi bir kez daha hatırlamaya çağırıyor bizi.



O şarkı bitti mi, bitmedi mi?


İslamofobinin Türkiye'deki yüzü, ne ilginçtir ki fazla konu edilmez. Konu edilse de, İslamofobi kavramı akla dahi gelmez. Ferhat Barış, 28 Şubat sürecinden yola çıkarak, Türkiye'deki İslamofobinin ekseninin bugüne uzandığını gösteriyor. Yaptığı hatırlatmalar, karşılaştırmalı bir tarih okuması, ama en çok da durduğumuz yeri anlamak için önemli. Baş aktörlerinin bizzat 'Bin yıl sürecek' dediği 28 Şubat sürecinin başka bir özelliği de, İslamofobinin zirve yaptığı dönem olması.

'Makbul vatandaş'lığın 10. Yıl Marşı okumakla eşitlendiği süreçte, Fatih Altaylı'nın düşüncelerini de bu kitap sayesinde hatırlıyoruz: "Sonra da 'Bu şarkı bitmez.' derler. O şarkı dediğiniz neyse bitti beyler. Dün milyonlar başka bir şarkı söylüyordu. 75 yıldır ezberlediğimiz, can-ı yürekten söylediğimiz bir şarkıyı... Siz ise Cumhuriyetçilere sövüyordunuz. Aynı saatlerde Aksaray'da bayraklara saldıran PKK'lılar gibi... Aranızda pek bir fark olmadığını bu millet biliyor." Yazının tarihi, 27 Ekim 1998. Aradan geçen 13 yılda ne çok şey değişmiş değil mi? En başta da, PKK'lılar ile bugünün Başbakan'ı, dünün İstanbul Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan'ı PKK'lılarla eşitleyen Fatih Altaylı!


Her nefretin bir dünyası, o dünyanın kendi objeleri vardır. O objelere gösterilen tepki biçiminden, nefretin gücünü anlarsınız. Ama nefret, irrasyonel bir hale dönüşmeye görsün, ortaya bir kara mizah çıkar. 'Vaizi Vurun'u okurken; bugünün Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın'ın sözlerinde görüyoruz bunu: "Cep telefonlarının bluetooth kulaklıkları var. O kulaklığı kulağına takan ve türbanla kapatan bir öğrenci sınava girdiğinde ne olacak? Dersteki erkek hocaysa türbanını açtırıp arama yapamaz. Yapsa cinsel tacizle suçlanır. Her derse kadın hoca mı vereceğiz?"



Mahalle baskısı'na mahalle baskısı


Muhafazakâr kesime yönelik karşı argümanların toplandığı adres, birkaç yıldır 'mahalle baskısı'. CHP Milletvekili Binnaz Toprak'ın üzerine, yaptığı bir araştırma nedeniyle adeta yapışan kavramsallaştırmanın sahibi, oysaki Şerif Mardin. Bir kavramın nasıl dönüştüğünü, manipüle edildiğini görelim şimdi: 1981'de yazdığı "Atatürk: Founder of a Modern State" isimli kitabında 'mahalle baskısı'nı ilk kez kullanan Şerif Mardin, 2007'de gazeteci Ruşen Çakır'a verdiği röportajda, onu yeniden gündeme getirecekti: "Mahalle baskısı, bilinmeyen ve sosyal bilimce ifade edilmesi çok zor bir havadır. Bu havanın AKP'den bağımsız olarak Türkiye'de yaşadığına inanıyorum. Dolayısıyla AKP değil de, bu havanın gelişmesine müsait şartlar oluşursa o zaman AKP de bu havaya boyun eğmek zorunda kalacaktır." Gazetecilerin kendisine ısrarla 'sosyolog' vurgusu yaptığı, bu nedenle 'pop sosyolog' diye anıldığı bir ülkede, bir kavramın dönüşümünü de anlamak zor olmasa gerek!

Ferhat Barış, Türk medyasında, Mardin hocanın o mülakatından sonra, patlamış mısır gibi bir anda patlayıp çoğalan 'mahalle baskı'lı gazete manşetlerini de önümüze seriyor! Medya, adeta bir enjektör görevi yüklenip; korku zerk ediyor! Şerif Mardin de gidişattan endişe duyuyor olacak ki, 'mahalle baskısı' konulu bir toplantıda şöyle konuşuyor: "AK Parti iktidarına kuşkuyla bakan kesimler 'mahalle baskısı' kavramını kullandı. Bu beni rahatsız etti. 'Mahalle baskısı' kavramını politik sürecin içine sokmadan önce kavramın kendisini anlamak lazım... Türkiye'de bir konuyu sonuna kadar tartışma geleneği yoktur. Başbakan 'laikliği tartışmıyoruz' dediği zaman, bunun çok doğru bir seviyede, doğru olduğunu düşünüyorum. Laikliği tartışmaktan korkuyoruz." Sadece bunları söylediği için, Şerif Mardin hocanın bir 'mahalle baskısı' yaşadığını düşünmek, işaret ettiğimiz kör kuyunun içine mi düşmek olur?




Çiftçi adam, parti de kapattırır!


Çok tartışılan konular içinde debelenmek insana bıkkınlık verse de, ayrıntılar bize hep yeni şeyler söyler. Ayrıntılar içinde yeniden nefesleniriz. Ferhat Barış'ın kitabında da bu ayrıntılar bolca var. 1999'da Fethullah Gülen Hocaefendi'ye yönelik, Yıldıray Oğur'un deyimiyle 'Milli Assange' Ergün Poyraz'ın başrolü oynadığı 'kaset operasyonu'nda kimlerin ne tür roller çaldığını hatırlamak, insana kendisini iyi hissettiriyor. Bu listede Ali Kırca, Ayşenur Arslan, Fatih Altaylı gibi isimler sizi şaşırtmıyor olabilir. Ergenekon sanığı Şener Eruygur'un, Jandarma Genel Komutanlığı döneminde, örtülü ödenekten, Ergün Poyraz'ın AK Parti hükümetine, Başbakan'a, Cumhurbaşkanı'na hakaret dolu kitaplarından binlercesini satın aldığını öğrenseniz? Holstein inekleri verimsiz diye Refah Partisi'ni kapattırmaya 'yemin etmiş' Aydınlı çiftçi Ergün Poyraz'dan, yazdığı kitaplarla Refah ve Fazilet partilerini kapattıran, Fethullah Gülen hakkında 'ele geçirdiği' kasetleri medyaya servis ederek, davalarda müdahil olmak isteyen Ergün Poyraz'a... Ergenekon tutukluluğu, filmin şimdilik final sahnesi. Nasıl ama? Kendi hikâyesinin, kendisine servis edilenlerle yazdıklarından çok daha fazla satacağına ne şüphe?

Medya mahallesinde kendisini 'pavyondaki bakire' gibi hisseden (tabir kendisinin) Ayşenur Arslan'ı, bu kitap sayesinde, daha fazla tanıyabilirsiniz. Ama Ferhat Barış'a kırıldım! Ayşenur Arslan'la yaptığım röportajı, ismimi zikretmeden kullanmış! Elbette latife... Tarık Demirkan'ın kendi tanıklığıyla 5 Eylül 2004'te Radikal'e yazdığı 'Sofie'nin mi, Ayşenur'un seçimi mi?' başlıklı yazısı, bu ülkedeki tüm iletişim fakültesi öğrencilerine okutulmalı!
Aradan yıllar geçtikten sonra, Muhsin Öztürk'ün deyimiyle 'adı konulmamış darbe' 1993 yılını anlayabilmek için çok bekledik. 2005'te Şemdinli bombalamalarıyla başlayıp, Rahip Santoro, Cumhuriyet Gazetesi'nin bombalanması, Danıştay Cinayeti, Hrant Dink'in öldürülmesi, Zirve Yayınevi katliamı gibi olayları içeren iki yıllık karanlık süreci anlamak için 12 Haziran 2007'de Ümraniye'de bir gecekonduya yapılan baskının devamı çorap söküğü gibi geldi ve Ergenekon denilen derin bir terör örgütüne ulaşıldı. O günden beri farklı bir Türkiye'de yaşadığımız kesin. Puzzle'da daha doldurulamamış çok fazla parça olsa da, doldurulanlar bile insanın kanını dondurmaya yetiyor. Hanefi Avcı, "Ben bu kitapla birlikte açıkça ifade ediyorum ki, tüm bu işleri Cemaat yapıyor, bunu artık herkes bilsin." diyedursun; onun ve onun gibilerin maskelerinin nasıl düştüğünü 'Vaizi Vurun' oldukça net anlatıyor.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder