Münir Nurettin'i okuyabilecek yok
FATİH VURAL
Taksim'den Cihangir'e inen Asmalımescit Sokağı'nı defalarca turlamamıza rağmen onlarca kez sorarak bulabiliyoruz varacağımız yeri. Eski bir Beyoğlu binasının yaşlı ve ağır ruhuna karşı koyamadan çıktığımız merdivenler bizi Timur Selçuk Çağdaş Müzik Eğitim Merkezi'ne taşıyor. Emel Sayın 'Münir Nurettin Selçuk Söylüyor' albümüne el attıysa söyleyecek çok şeyi olmalı düşüncesi zihnimizde, aralıyoruz kapıyı. Davet edildiğimiz büyük salondaki emektar piyanonun üzerinde Timur Hoca'nın fotoğraf çekiminde dahi indirilmesine izin vermediği ince çarşaf anlatıyor, müziğin bu mekândaki naifliğini
Yıllardır, müziğin sırrına erebilmek için bu salona defalarca girmiş ve kendilerini ifade ederken hikâyelerine 'Ben müziği Timur Selçuk'tan öğrendim' gururlanmasıyla başlayan yüzlerce gencin bakışları üzerimizde sanki. Onların Timur Hocası, Türk musikisinin üstadı Münir Nurettin Selçuk'un oğlu
Kompozitör ve müzisyen, Türkiye'nin Eurovision tarihindeki ana karakterlerinden biri
Hem inançlı, hem sosyalist, tekmili birden Timur Selçuk
Bugüne kadar, babası Münir Nurettin Selçuk'un hatırasını korumak için çok titiz davranan bir Timur Selçuk'la karşılaştık. Bu kez Emel Sayın'a onay vermekle kalmıyor, kendiniz de bu konsept albümde yer alıyorsunuz.
Titizlik, bu ülkenin maddi ve manevi değerlerine aşırı hassas olmak demektir. Musiki de kültürün temel parçalarından biri olduğu için bu doğrultuda titiziz. Emel Hanım çalışmalarına çok küçük yaşta Münir Baba'yla başlamış. Her ne kadar bu popüler âleme dalıp çıkmış olsa da, bayağılaşmamış bir sanatçı olarak kendini muhafaza ettiğinden 'Çalışabiliriz' diye karar verdik.
Kompozitör-müzisyen Timur Selçuk, Emel Sayın'ın yorumunu nasıl buldu?
Nasıl ki operadaki bir tenor partisi, bir bas ya da bariton tarafından söylenemezse; Münir Nurettin'in şarkılarının kadın sesleriyle yorumlanabileceğine de inanmıyorum. Münir Nurettin Selçuk şarkıları özellikle parlak bir erkek tenor sesi içindir. Maalesef, bu çapta erkek sesi Türk musikisinde yok. Bu bakımdan Münir Nurettin şanssız. Onun çizgisinde bir çırak gibi kendini adamış insanlar yok. Ve ben, 2003'te babamın şarkılarını söylemek zorunda kaldım. Bu, bana düşmezdi.
MÜHÜRSÜZ GÖNÜLLER
Bu usta-çırak ilişkisi geçerliliğini tamamen yitirdi mi?
Türk musikisi, dokunarak öğrenilen bir musikidir. Usta, çırağına nefesini aktarır. Usulde ellerini tutarak vurdurur. Nasıl söyleyecekse, bedeni doğru forma sokarak, başını tutarak gösterir. 400 kişilik amfide kimya anlatır gibi Türk musikisi öğretilmez. O teslimiyet artık yok.
Türk müziğinde bahsettiğiniz bu birliktelik, geleneksel teksesli müzik üzerinde yürüyordu. Bir yandan da çoksesli müziğin -ki babanızın eserleri böyle- teksesli müziğin büyüsüne etki edemeyeceğini vurguluyorsunuz.
Teksesli halk müziği ve Türk musikisi, dinlemeyi bilen insanlar -ki onlara mühürsüz gönüller diyorum- oradaki çoksesliliği ve zengin ahlakı zaten yakalarlar. Bizim bunu çoksesli hale getirmemizin nedeni sadece teksesli müziği benimseyenlere, tanıdıkları melodilerden hareketle çoksesli müziğin kapılarını açmak. Bir taraftan da bizde Batıperest, mühürlü yüreklere 'Bakın, sizin duyamadığınız ezgilerde ne zenginlikler yakalayacaksınız' diyoruz.
Babanız başta Yahya Kemal olmak üzere çok değerli söz üstatlarının eserlerini müziğe taşıdı. Siz de, müzik eğitiminizi çağdaş şiirin kalbinin attığı Fransa'da aldınız. Bu ikircikli yapı sizde nasıl bir kazanıma dönüştü?
GÜZEL ŞİİRE GÜZEL ŞARKI
Münir Baba da benim gibi opera eğitimi için yurtdışından teklif almasına rağmen kabul etmemiş. Ona sormuştum: "Babacığım, Paris Operası'ndan kimsenin reddedemeyeceği kontrat teklifi almanıza rağmen neden kabul etmediniz?" "O zaman kim Münir Nurettin olacaktı Türkiye'de? Benden iki satırla 'Paris Operası'ndan bir Müslüman tenor geçti' deyip unutacaklardı." dedi. Münir Baba'nın söylediği 'Güzel şarkı, güzel şiir üstüne bestelenir' sözü çok önemlidir. Onun için hep Türk şairlerinin eserlerini besteledi. Birçoğu babamın dostu olan Türk şairlerinin eserlerini ben de besteledim. Ümit Yaşar Oğuzcan, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi
Babanızla kendiniz arasında kurduğunuz benzerlikler ya da farklılıklar var mı?
Yaradan bazı kişileri belli görevlerle yollar dünyaya. Bizim ailemize de böyle bir armağan vermiş. Ben de buna doğru sahip çıkmaya gayret edip şükrettim. O bakımdan bir sıkıntım olmadı. Dinler de, peygamberler de, kutsal kitaplar da insan içindir. Benim sol görüşüm de öyle
Ben bunu solculara da, sağcılara da anlatamadım.
Bu bana Cemil Meriç'in ne sağa, ne de sola yaranamadığıyla ilgili görüşlerini anımsattı. Siz de kendinizi onun gibi ârafta mı görüyorsunuz?
Cemil Amca'nın elini öpme şansına ulaşmıştım. Caddebostan'da kaldığımız yıllarda oğlu Mahmut Ali ve kızı Ümit, çocukluk arkadaşlarımdı. Eğer doğru, faydalı ve demokrat bir insansa herkesin başımın üstünde yeri var. İman konuları artık politik bir araç olarak kullanılıyor. Ve maalesef 'Sol görüşlüler imanlı olamaz' gibi bir akım da var. Ben namazı kılarım, Kuran-ı Kerim'imi okurum. Bunlar insanın gönlündedir.
Dünyada 1968'de yükselen sol eğilimin Türkiye'deki önemli yüzlerindendiniz. Son yıllarda 'imanlı' kimliğinizi o sosyalist yanınıza eklediğinizi görüyoruz. Bu değişimin arkasında neler var?
1980 öncesi, benim politik, sol görüşlerimin önde olduğu dönem. Aşırı sağ grupların yaptığı faşizan baskılara karşı müziğimle insanlara güç vermeye çalışıyordum. Ben ortaokuldan beri namaz kılarım. İlkokulda da babaannemi taklit ederdim; ama bilmezdim. Dolayısıyla bu politik şarkıları söylerken bile inancım sarsılmadı. Ancak 80 sonrasında özellikle Erbakan Hoca'nın çevreye din motifleriyle saldırgan yaklaşımını hazmedemediğim için sesimi yükselttim ve "Senden din dersi öğrenmeyeceğiz. Benim dedem, ilahiyat profesörü. Annemin anneannesi çevresinde 'Hafız Hanım' diye anılan birisidir. Haddini bil. Her solcu dinsiz değildir. Türkiye'deki devrimci insanlar da namazını kılar." demek zorunluluğu hissettim. Onun için bu yanım öne çıktı.
İnançlı yanınızı 1980 öncesinde ifade etseydiniz, solcu dostlarınız nasıl tepki verirdi?
Valla arkadaşlarım bu görüşlerimi yeni yeni kabul ediyorlar. Sol görüşlü arkadaşlarıma da bunu kabul ettiremedim. Muhafazakâr dostlarıma solculuğumu nasıl kabul ettiremediysem
Önemli olan sağcı, solcu olmak değil. İster Kürt olun, ister Sünni, ister Alevi
Ahlaklı bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değilseniz, ciğeriniz beş para etmez! Sol, sağ artık ikinci planda kaldı.
ALNINDAN TER AKANIN YANINDAYIM
Babanızın ideolojik yapısı nasıldı?
Demokrat ve liberal bir insandı.
Babanızla aranızdaki bu ideolojik farklılıkta Fransa'daki gençlik yıllarınızda tanık olduğunuz özgürlükçü-sol hareketlerin etkisi var mı?
Çocukluğumda, kaldığımız tatil beldelerinde 'Öğle sıcağında garsonlar servis yaparken, ben denize giremem' derdim ve gider garsonlara yardımcılık yapardım. Benim yapım bu. Bahşiş vermek istediklerinde de 'Ben Münir'in oğluyum. Bahşiş kabul etmem' derdim. Alnından ter akan insandan yanayım.
Düşünsel anlamda eşitlikten yanasınız. Oysa müzisyenlik bir yeteneğin yansımasıdır. Dolayısıyla eşitliği pek de kabul etmez. Bu bir paradoks oluşturmuyor mu?
Sosyalizm, yazılmış ve kapanmış bir düşünce değildir. Değişim söz konusudur. Marx'ın, Engels'in sözlerinin altından çok sular aktı. Sosyalizmin özeti, insanın yaşarken maddi-manevi mutluğudur. Yetenek meselesine gelince
Yaradan bize muhakkak geliştirebileceğimiz ve mutluluk duyacağımız bir şey vermiştir. Eğer biz yeterince kendimizi keşfetmemişsek, yeteneğimizin az olduğu müziği, parası için tercih etmişsek, yetenekli olduğumuz ticaret hayatına eğilmemişsek, bu Yaradan'ın armağanını keşfedememektir. O bakımdan meslektaşlarımız içinde bu sıkıntı var. Bir dönümlük tarlası ve yüz dönümlük tarlası olan iki insanı kıyaslamak yanlıştır.
'İki Mustafa benim için çok önemli' diyorsunuz. İnançlı bir sosyalist olarak, 'kâinatın efendisi olan Mustafa'yı kendi terminolojiniz içinde bir devrimci olarak mı görüyorsunuz?
Tabii ki. Toplumunu değiştirmek üzere yola çıkmış herkes devrimcidir. Peygamber Efendimiz, her şeye soluk vermek, el atmak durumundaydı. Onun konumu çok farklı. Yaradan ona öylesine geniş bir hazine sunmuş ki, o her dalda ticaretten, sanata, namaza kadar her alanda öncü olmuş. Bizler daha mütevazı kullar olarak yapılmışları geliştirmeye çalışıyoruz. Peygamber Efendimiz, simge halinde bir devrimcidir.
TAYYİP ERDOĞAN'A NİYE KARŞI?
Bu devrimciliği siyasal bir angajmanda algılamayalım o halde
Siyasal bir angajmandır aslında. Kendi çapında o coğrafyada siyasal bir ortam da oluşturmuştur. Hz. İsa'da görmediğimiz bir savaşçı yan Peygamber Efendimiz'de var. Çünkü o koşullarda, silahlı baskılarda yürüyebilmesi için öbür yanağını çeviremezdi. Mecburdu savaşmaya. O açıdan işin siyasal yanı da var.
2003'te çıkardığınız 'Babamın Şarkıları' albümünde 'sosyal hamiş' diye bir bölüm açmış ve AK Parti hükümetine daha başında ciddi eleştiriler getirmiştiniz. Bu eleştiriler güncelliğini koruyor mu?
Gayet tabii ki. Bunun evveliyatı vardır ama. Erbakan'la başlar bu süreç.
Aralarında hiçbir fark yok mu?
Hayır, yok. Önünden geçen herkese saldıran bir mahalle kabadayısı gibiyse, Recep Bey'in siyasi çizgisi Erbakan'ı sollamıştır. Ve üstü örtülü bir faşizm saklıdır AKP'nin içerisinde. Recep Bey de bunun başındadır.
Eleştirdiğiniz yönünden hareketle, Tayyip Bey'in halka diğer liderlerden daha yakın durduğu için seçildiği, merkez solun bu toplumsal eklemlenmeyi beceremediğinden başarısız olması da somut bir gerçek değil mi?
Cumhuriyetle yönetilen bir ülkede solun ya da sağın minimalize olması, bu ülkenin demokrasisi adına büyük bir tehlikedir. Ben sağcı yönetimlerin var oluşlarının Türkiye koşulları içinde doğal olduğu; bunu besleyen kaynağın solun aymazlığı olduğu görüşündeyim. Sosyal demokrat, laik ve Atatürkçü kesimin inanan insanlara gönüllerini açarak, kardeş gibi yaklaşmadıklarına inanıyorum. Biz Cumhuriyeti sakat oluşturduk.
Nereden doğdu bu sakatlık?
Bir, inanan insanlara gerçekten kardeş gibi yaklaşmadık. İki, Kürt kardeşlerimize kardeş gibi davranamadık. Bu iki gericilik belasını, yanlış Atatürkçüler ve yanlış solcular, sosyal demokratlar olarak biz besledik. Orasını burasını açan kızlarımızı modernitenin bir parçası olarak baş tacı ettik. Başını örten kızımızla uğraştık. Bu ülkede başını örten insanlarla mücadele etmek doğru bir Atatürkçülük, laiklik değildir.
Sosyalist yanınız, başörtüsü problemi için ne diyor?
Bu, ailelerin ve devletin ortak özverisiyle halledilecek bir şeydir. Bu sorun, bir siyasi koz olarak çok fazla kullanıldı. Çünkü gerçekten inançlı aileler, merhametli bir devletin sunacağı çözümleri yürekten kabul eder. Aşağıladığımız, ikinci sınıf gördüğümüz inançlı insanlara yüreğimizi açtığımız an bu iş hallolur.
Müziğe geri dönecek olursak, sizin Türk müziği içinde önemli bir yeriniz daha var. O da Eurovision şarkı yarışmaları
İsmail Cem'in TRT Genel Müdürü olduğu dönemde 1975'te Türkiye'nin ilk Eurovision macerasında ben de yer almıştım. 1989'da sözlerini ve bestesini yazdığım bir parçayı seslendiren büyük kızım Hazal'la katıldık bu defa.
Çağdaş senfoni kavramını Türk pop müziğine ilk kez getiren isim olarak da karşımıza siz çıkıyorsunuz.
1967'de Paris'te yaptığım, Ayrılanlar İçin, Sen Nerdesin plaklarıyla yurtdışında ilk defa, 1975'te de Türkiye'de ilk defa
Bu kadar popüler bir sanatçıyken, sonrasında kendinizi geriye çekmek neden?
O zamanlar da 'anti-star'dım. Babam her zaman 'Aman oğlum, mesafeli ve dikkatli ol!' uyarısında bulunurdu. 1974'te müziği bıraktım. Tahsilim ve üretkenliğim sadece pop müzikle sınırlı kalamazdı. 25'e yakın tiyatro müziği, opera, bale ve sayısız oda müziği yazdım. Hatta yasaklı olduğum dönemlerde yaşamak için reklâm müziği yaptım. Pop müzikte kalsaydım, hiçbirini yapamazdım.
EVREN PAŞA ALDI, KENAN EVREN GERİ VERDİ
12 Eylül döneminde yasaklı olduğunuz süreçte neler yaşadınız?
8 buçuk yıl pasaportum elimden alındı. 2 buçuk yıl kadar konserlerim yasaklandı. Tam bir ekonomik yalnızlığa terk edildim. Reklâmcı arkadaşlarımın aracılığıyla reklâm müzikleri yazarak ayakta kalabildim. Bir de ders vererek... Yasaklandığım dönemde "Eurovision'a katılıp birinci olursam, pasaport vermeye mecbur kalırlar." dedim. Hakikaten 1989'da kızımla Eurovision Türkiye elemelerinde birinci olduk. Pasaportum yoktu. 1989'un Ocak'ında o dönemki Ankara Türk Ocağı'nda bir konser verdim. Bu konseri ne gariptir ki, beni yasaklayan Kenan Evren istemişti. Evren'in damadı Maksut Göksu çok yakın arkadaşımdır. Biz İstanbul Oda Orkestrası'yla konser verdik. Evren Paşa "Nasıl olur da böyle bir orkestra Türkiye'de sınırlı kalır. Olur mu kardeşim, yurtdışına açılmanız lazım." ifadesinde bulundu. Ertesi gün Emniyet Genel Müdürü arayıp "Bütün kapılara gereken talimatı verdim. Ne zaman isterseniz dışarıya gidebilirsiniz." dedi.
İçinizden ne geçti o an?
Gerçek bir sanatçının bileğini devletin bile bükemeyeceğini anladım. Benden pasaportumu alan Kenan Evren, bana pasaportumu geri verdi. Ve ben büyük bir beyefendilikle aldım o pasaportu. Hukuki olarak hakkımı bile aramadan
Avrupa mahkemelerinde ülkemi küçük düşürmeden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder