Tastamam eksik!

9 Ekim 2010 Cumartesi

Şükriye Tutkun röportajı

'Tutkun'luğuyla yaşama döndü!

FATİH VURAL, 2006






'Albümlerimi bir kelimeyle anlatmak istersem; Sevin Gayrı: Doğum; Çiğdem Der ki: Kendimi Anlatmak; Kumru: Haykırış; Gücüm Yetene Kadar: Her Şeye Rağmen Söylemeye Devam, derim." cümlesi bile karakterize etmek için yeterli Şükriye Tutkun'u. Türkülerin ince ve soylu sesli hanımefendisi, bir yıla yakın suskunluğu süresince, Cushing sendromuyla baş etmeye çalışıyordu. Allah şifa verdi sonunda. Geriye kalan, sesi gibi düzelme yolunda hafif şişkin bir yüz.

Ameliyat olmak için bankadan kredi çeken ve "Müzik dışındaki şeylerden para kazanmanın yolunu arayacağım." diyen, bunu bir duygu sömürüsünün içine esir etmeden paylaşan Şükriye Tutkun bu ayın sonunda bizi yeni albümüyle selamlayacak. Unutmadan söyleyelim; EMI Müzik'in yeni çıkan çokuluslu albümü Medittarano'da da Türkiye'yi, Şükriye Tutkun temsil ediyor. Pek kimsenin haberi olmasa da! Tıpkı ölümün kıyısından döndüğü hastalığı gibi sessiz ve yalnız…


-Yalnızlığı çok mu seviyorsunuz, yoksa çocukluğunuzdan itibaren sevmek zorunda mı kaldınız?

Yalnızlığı seviyorum aslında. Alışkanlık yapıyor. Ama geçmişten gelen bir şey de var. Yalnız kalmış, yalnız büyümüş bir çocuk. Bir de güvensizim sanırım, insanlara karşı. Yalnız olunca insan, galiba daha az acı çekiyor.

-Neden bu güvensizlik?

En çok sevdiğiniz insanlar, sizi terk ediyor. En güveneceğin kişiler, baban ve annen... Hayata baştan güvensiz başlıyorsun. Üzerine yine güvenini sarsacak olaylarla karşılaşıyorsun ve güvensizliğin artıyor. Daha yeni ameliyat oldum. Orada kime güveneceğini görüyorsun. Bu hastalık beni haklı çıkardı.

ÜNLÜ OLMAK ARTIK UMRUMDA DEĞİL

-Neydi hastalığınız?

Böbrek üstü bezimde tümör vardı. Tümörden kaynaklanan tansiyon, şeker hastalığı, kemik erimesi, ödem ve kilo alma gibi olumsuzluklar yaşadım. Vücudum o tümörden dolayı fazla kortizon üretiyordu.

-Nasıl bir süreç izledi hastalığınız?

Önce tansiyonum çıktı, ardından şeker hastası olarak görüldüm. Sonra dizlerim şişti ve vücudumda çürümeler oluştu. Yüzüm şişmişti. Doktor bir arkadaşım, bu şişliğin normal olmadığını söyledi. 'Böbrek üstü bezi tahlili yapıp, ultrason çektirelim' dedi. O şekilde ortaya çıktı. Daha sonra ameliyat oldum. Hastalığım, Cushing sendromu. Sezen Aksu da yaşadı bunu.

-Hastalık, hayata farklı bir bakış açısı getirdi mi?

Hayata pamuk ipliğiyle bağlı olduğumuzu ve sağlığın çok önemli olduğunu gördüm. Hep diyoruz ya, 'Benim başıma gelmez.' Hâlbuki o kadar kapımızda ki hastalık. Kendime hırslı olmanın bir anlamı olmadığını hatırlatıyorum artık. Çok para kazanmanın da…

-Hastalığınızı atlatmanızda çocukluk tecrübelerinin verdiği hayat direncinin etkin olmalı.

Çok… İki günde yürümeye başladım. Doktorlarım da çabuk iyileştiğimi söylediler. Üçüncü haftada, yüzmeye başladım. Kadın ameliyatlarının en önemlisini geçirdiğimi söyledi, doktorum. Ben hastalığı çok hafife aldım. Ondan çabuk iyileştim zaten. Ama sonradan gördüm ki, gerçekten çok zor ve tehlikeli bir ameliyatmış. Doktorlarım bile ameliyat etmekte tereddüt etmişler.

-Sesinizi etkiledi mi?

Ameliyattan önce sesim kalınlaştı. Albümün çalışmasını bitirmiştik. Okumaları yaptıktan sonra ameliyat oldum. Ameliyattan sonra albümü dinlediğimde sesimi iyi kullanamadığımı düşünüp, doktordan teyit aldım. Yağlanma olduğu için hormonlar sesi kalınlaştırıyormuş. Üç haftadır, albümü yeniden okuyorum.

YETİŞTİRME YURDUNDAN AYRILMAYI İSTEMEDİM

-Hayat her insanın omzuna hüzün yükler; ama sizinki biraz daha ağır sanki… Bu yükü ailenin tek çocuğu olarak mı sırtlandınız?

Annem ile babamın ilk eşlerinden bir ablam, bir de ağabeyim var. İkinci evliliklerinden ben doğmuşum. Ben iki yaşındayken ayrılmışlar. Babam, aile hayatını çok da umursamamış. Annem de çalışmak zorundaymış. Beni akrabalara bırakmış. Onlar da yatılı okula vermişler. Hâlbuki bakabilirlerdi, diye düşünüyorum şimdi. Ki o dönemin koşulları çok da zor değildi. Hatta çok enteresan, beni yurda veren Emin Dayı, sonradan birisini evlatlık alıyor. Yıllar sonra da benim karşıma çıkıp övünüyor: 'Şükriye ben verdim seni yatılı okula' diye…

-Anneniz ve babanız ayrıldıktan sonra ilişkileriniz devam etti mi?

Ben baba görmedim. Lise 3'te tanıdım, rahatsızdı. Ama annem sürekli ziyaret etti beni. Onun da yapabileceği bir şey yoktu.

-Babanızı hasta yatağında görmeye gittiğinizde ne hissettiniz?

Ben, babam varmış duygusunu çok fazla hissetmedim açıkçası. 'Sevgi, emektir' derler ya, çok doğru. Yıllarca görmemişsiniz, ondan sonra gördüğünüzde çok da bir şey ifade etmiyor. Belki bu kahvedeki Kadir Ağabey, bana daha çok babalık etmiştir! Onun için, baba kavramı benim hayatımda pek bir şey ifade etmiyor.

-Yatılı okul dediğiniz yetiştirme yurdu değil mi? Ne kadar kaldınız orada?

13 yıl. Lise 3'teyken annemin yanına geçtim. O zaman durumları düzelmişti. Tekrar bakabilecek düzeye gelmişti. Doğrusu ben yatılı okuldan ayrılmak istemedim. Oradaki insanlar, ailem olmuştu. Arkadaşlarımdan, öğretmenlerden, hademelerden ayrılmak istemiyordum. Annemin yanında mutsuz oldum zaten.

-Neden?

Dedim ya; sevgi, emektir.

-Yabancılık mı hissettiniz?

Tabii, yabancılaşma hissettim. Arkadaşlarımı, yatılı okul ortamını özledim. Çünkü benim ailem devlet olmuş. Ben, devlet çocuğuyum. Hani diyorsun ya, çabuk iyileştin diye... Çok sağlıklı beslendim. Yiyeceklerimiz hep beslenme uzmanları tarafından hazırlanıyordu. Ailesi olsa da insanlar nasıl yaşıyor görüyoruz.

-O gıda, sevginin yerini tutar mı?

Bunu demiyorum; ama birçok insanı görüyorum, o kadar sevgisiz büyümüşler ki! Ben o sevgiyi yurtta gördüm.

-Yakın zamanda yetiştirme yurtlarındaki şiddet açığa çıktı. Siz de o dönemde bunu doğrulamıştınız. Şimdi orada sevgi bulduğunuzu söylüyorsunuz.

Ben bir sürü şey anlatıyorum, sadece o kısmı yazıyorlar. Buna çanak tutan sorular soruyorlar. Yani devletin yurtlarını kötülemeye çalışıyorlar. Bundan hiç hoşlanmıyorum. Tabii ki yurtlarda dayak da oluyor; ama anneniz de sizi döver! Sansasyon yaratmak için beni de kullandılar açıkçası. Muhabire, 'Şöyle iyi hocalar, hademeler de vardı' diyorum, onlar yayımlanmıyor. Sonra da 'Böyle oldu' deyip, kesip veriyorlar. Bundan sonra da bir daha bu konu hakkında röportaj yapmam.

-Sıla-ı rahim bir şey ifade etmiyor mu sizin için?

83'te babam, 96'da da annem vefat etti. Babamla zaten görüşmüyordum. Annemle de çok az vakit geçirdim. Bu sebeple aile kavramına yabancılık çekiyorum. Ama birlikte yaşadığımız kadarıyla annemle ilişkilerimiz gayet iyiydi. Hatta ben onun annesi olmuştum. Ben yatılı okulda okudum; ama bende çok güçlü bir evcil yan var. Annem ziyaretime geldiğinde, devletin bana verdiği haftalığı anneme verirdim. O yaşlarda anneme bir leğen aldığımı bile hatırlıyorum.

KEŞKE ANNEMİ, ARABAMLA GEZDİREBİLSEYDİM

-Annenizin ölüm tarihi, ilk albümünüzün çıkış tarihi ile çakışıyor. Albümünüzün çıkışını görebildi mi?

Gördü. Çok sevindi. Ama tabii, o gördüğünde bugünkü kadar ünlü değildim. Şimdi yaşamasını çok isterdim. Çünkü çok yoksuldu. Biraz para kazanmaya başladım ama onlara yaşatamadım…

-İmkanınız olsaydı annenize almak istediğiniz özel bir şey var mıydı?

Ev aldığımı görebilseydi keşke… Araba kullanan kadınlar çok hoşuna giderdi. Hep, arabamın olmasını istiyordu. Onu arabamla gezdirsem, ne güzel olurdu. Ama Allah böyle nasip etti. Genç ve çok talihsiz öldü. Evde ölüsünü buldular. Annemle her gün mutlaka telefonla görüşüyorduk. Beni birkaç gün aramadı. Ben de arıyorum, evde yok. Panik yaptım... Yalnız bir kadın olduğu için evin bir anahtarı ev sahibindeydi. Bunu daha önce yaşamıştık. Ev sahibi eve girmiş, merak edildiği için annemin çok hoşuna gitmişti. 'Bir daha öyle yapmayayım' dedim. 'Pimpirikli' demesinler diye, aramadım ev sahibini. Ama bu sefer gerçekten ölmüştü.

-Neler hissettirdi size bu ölüm?

Çok mutsuz oldum. Ölüm şekli çok üzdü beni. Hastalıktan mıdır, başka bir şeyden midir, bilemiyorsun ki! Otopsiden sonra annemi öyle kesilmiş görünce çok kötü oldum.

BİR MANKEN KADAR DEĞERİMİZ YOK!

-İki defa konservatuarı kazanıyorsunuz, ikisinde de parasızlık nedeniyle gidemiyorsunuz…

Çalışmak zorundaydım. Okumak istiyordum; ama burs veren yoktu. Akrabalarıma söyledim, destek olmadılar. Son girişimde, Mimar Sinan'da konservatuarın Öğrenci İşleri Müdürü Hasan Bey, bana burs buldu. Sonra çocuk yuvalarında müzik dersi verdim. Ama sesim yoruluyor ve hocalarım kızıyordu. Sonraları birkaç kere ders verdiğim çocuklarla karşılaştım, 'Örtmenim, örtmenim' diyorlardı. Konservatuarları bıraktım diyemem aslında… Mimar Sinan'ı daha önceden kazandığım halde kayıt yaptıramamıştım; ama derslere giriyordum. Bir de Kadıköy Konservatuarı'nı bırakmak zorunda kaldım. İTÜ'de bir sene okudum; oradan da ayrıldım.

-Okumak için uğrak yerlerinizden biri de Eskişehir oluyor…

Orayı da bıraktım; ama parasızlıktan değil. İktisat okuyamayacağımı anladığım için...

-O dönemde evleniyorsunuz ve büyük bir fedakârlık yaparak eşinizin eğitimi için çalışmayı tercih ediyorsunuz…

Bunu fedakârlık olarak yorumlayamam. Benim şarkı söylememe vesile olan kişi, eşimdi. 4 buçuk yıla yakın sürdü evliliğimiz; ama halen görüşürüz. Aslında okulu sevmediğimden bırakmıştım biraz da… İyi ki de öyle olmuş. Şan eğitimi almam gerekiyordu, eşim teşvik etti. Tiyatrocu olmak istiyordum, eşim 'Boşver tiyatroyu. Senin sesin çok güzel' dedi. Çok güzel taklit yapıyordum. Lisede kimya dersini taklitle geçmiştim.

AJDA PEKKAN'IN TAKLİDİ OLARAK ÇIKACAKTIM!

-Öyle ki Plastip Şov'da Tansu Çiller'i dahi seslendirdiniz…

Evet, o da var.

-Konservatuarda Batı müziği eğitimi almanıza rağmen, 'Arya söylerken bir şey hissedemiyorum' deyip türküyü tercih ettiniz. Arya, bütün sanatçıların gözünü diktiği Batı'nın yolunu kısaltmayacak mıydı?

Gerçekleri konuşalım Fatih! Bundan önce Pure Music şimdi de Meditteranon çıktı da ne oldu? İstediğin kadar sesin güzel, niyetin halis olsun! Şimdi yine Hindistan'dan da bir 'completion' albüm teklifi geldi. Demek ki daha güzel geliyor onların kulağına. Bir Türk olarak gurur duyuyorum; ama ne bir gazete yazıyor, ne de bir televizyonun umurunda. Ya mankenler, ya da popçular festivallerde şarkı söylüyor. Kendi adıma üzülüyorum. Çok güzel bir program yapıyordum TV 8'de. Yerine maç koydular. Bir daha başlamadı. Çünkü sansasyonel değildi. Benim yerimde kim olsa, bugün 'Hasta oldum' diye yaygara koparırdı. Ben müziğimle haber olmak istedim. Onu da yapmıyorlar ki! Ama 'Yurtta dayak yedim' deyince manşet oluyorsun. Onu bile demediğin halde…

-İlk albümünüz Sevin Gayrı, uzun süre sonra fark edilmiş, sonrasında da operaya yatkın bir sesin türkü söylemesi garipsenmişti. Neden türküde ısrarcı oldunuz?

Pop müzik, kendi müziğim olarak gelmedi bana. Albüm çıkacağı zaman insanların getirdiklerini görünce dehşete kapıldım. 'Ben bunları söylemem' dedim. 'Seni Ajda Pekkan taklidi olarak çıkaralım' dediler. Türkü söylemek istiyordum; ama senfonik altyapıyla. Kapı kapı dolaştım, kimse kabul etmedi. EMI Müzik'e gittim. Onlar bile 'Bu albüm tutmaz. Ama biz seni çok sevdiğimiz için bu albümü yapacağız' dediler. Daha sonra Ferhat Livaneli'yle konuşup, türküleri seçtik.

GÜCÜM YETENE KADAR BİR BAŞYAPITTIR

-Son albümünüz Gücüm Yetene Kadar'ın belki de en dikkat çekici yanı, Şükriye Tutkun'a artık 'Opera yorumuyla türkü okuyor' eleştirisinin getirilemeyecek olması.

Bahsettiğin gibi, her şeyiyle pişmiş bir albüm. Ali Osman Erbaşı'yla bu albüm için 2 seneye yakın çalıştık. Okuyuşumun değişmesi, Ali Osman hocayla da ilişkili. Teknik düşünmeden, çok özgür ve rahat okudum. 'Aman burası olmadı, bir daha kaydedelim' demedik.

-Ama yeterince klip dahi çekmediniz…

Parasız klip göstermiyorlar. Şirket de her seferinde para yatırmıyor tabii. Gücüm Yetene Kadar'ı o kadar çok insan biliyor ki, şaşırıyorum. Ama hepsi internetten indiriyorlar. Sen, 'Tanıtımı yapılamadı' diyorsun; ama öyle bir dinleyici var ki, hiç tanıtım yapmana gerek yok. Benim böyle bir kitlem var. 'Kulaktan kulağa' kitlesi… Gücüm Yetene Kadar'ı bir başyapıt olarak nitelendiriyorum. Belki şu anda kıymeti çok bilinmedi. Ama ileride bilinecektir.

-Gelelim, EMI'nin geçtiğimiz günlerde yayınladığı Mediterrano'ya… Bu kadar önemli yabancı isimlerle aynı albümde yer alma fikri, ne zaman ortaya çıktı?

Yurtdışında çıkan bir albümdü bu. EMI Arabistan, böyle bir çalışma yapıyor. Türkiye'den de benim olmamı istiyorlardı. Bana sordu şirket. Ben havada uçarak 'evet' dedim. Yakın zamanda da, Türkiye'de çıktı. Şimdi Hindistan'dan istiyorlar aynı şarkıları.

-Yani herkes Batı'ya açılırken, siz Doğu'ya açılıyorsunuz…

Ben Batı'yı çoktan bitirdim! (Gülüyor). Belçika'da zaten 1999'da Şükriye Tutkun ismiyle albümüm yayınlanmıştı. Pure Music adıyla da bir albümde yer almıştım.

-Bu şarkıların Doğu'da çalması sizin için ne ifade edecek?

Mutlu oluyorum; çünkü gerçekten Hintliler de benim gibi, şarkı söylemeyi ibadet olarak görüyorlar. O açıdan doğru bir karardı.

-Solo albümün hazırlıkları sürüyor mu?

Albüm hazırlıklarımız bitti. Eylül sonunda yayınlanıyor.

2 yorum:

  1. Artісle wrіting is also a eхсitement, if you be acquainted with after that
    you can write or elѕe it is difficult to write.


    my ѕite seopressor.loydtuerk.com

    YanıtlaSil
  2. Hello, eѵeгy time i used tο cheсk wеbsite poѕts herе іn the еaгly
    hours іn the morning, for the reаson that i enjoy to find out moгe аnd more.



    Mу web ρage ... Seopressor Version5

    YanıtlaSil